Sonntag, 3. Juni 2012

Namazin Terki ve Netice

بسم الله الرحمان الرحيم . الحمد لله وحده والصلاة والسلام على عبده ورسوله نبينا محمد وعلى آله وأصحابه ومن تبعهم باحسان إلى يوم الدين Allahu tealaya hamdu senadan,resulu ekreme (s.a.v) selatu selamdan sonra.Ben şehadet ederimki Allahtan başka ilah (mabud)yoktur.Ben yine şehadet ederimki,Hz.Muhammed (s.a.v) onun kulu ve resuludur.En doğru söz Allah’ın kitabıdır. En doğru hidayet yolu Rasulullah (s.a.v)’in yoludur. En kötü şeyler Kuran’a ve sünnete uymayan şeylerdir. Allahu Teala şöyle buyuruyor: “Ey inananlar! Allah’tan sakınılması gerektiği gibi sakının, sizler ancak Müslümanlar olarak can verin.” < A.Imran/102 > Bütün islam alimleri,namazın farziyetini inkar eden,namazı hafife alan ve istihza eden bir kişinin kafir olacağı hususunda müttefiktirler.Bunda en ufak bir ihtilaf dahi mevcut değil. Ancak,Ehli sünnet vel-cemaat menhecindeki islam uleması,namazı tembellikten dolayı terkeden,kılma- yanların hükmü hususunda iki görüş belirtmektedirler.Bu görüşleri en ince deferruatına kadar burada zikretmek meseleyi uzatacağından,mümkün mertebe muhtasar yani kısa ve öz ifadelerle zikredip,daha sonrada Allahu subhanehu ve tealanın lutuf ve yardımına sığınarak bir neticeye varmaya gayret edece - ğiz inşaallah.Her daim hatalar nefsinimize,hakikatlar islama aid'dir.Ondan magfiret ve yardım dileriz. Namazın farziyeti ve ehemmiyeti hakkında birkaç Ayet ve Hadis ; Nisa/103 * فَاَقِيمُوا الصَّلوَةَ اِنَّ الصَّلوَةَ كَانَتْ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ كِتَابًا مَوْقُوتًا............. -Namazı tam ve dosdoğru kılın,muhakkak namaz müminler üzerine belirli vakitlerde farz kılınmıştır. Tevbe/11 * فَاِنْ تَابُوا وَاَقَامُوا الصَّلَوةَ وَاَتَوُا الزَّكَوةَ فَاِخْوَانُكُمْ فِى الدِّينِ وَنُفَصِّلُ اْلاَيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ -Eğer tevbe ederler, namazı kılarlar, zekatı verirlerse dinde kardeşleriniz olurlar........ “ Tevbe / 11 وعنِ ابنِ عُمرَ رضيَ الله عنهمَا قالَ: قالَ رسولُ الله :  بُنِيَ الإسلامُ عَلى خَمْسٍ: شَهَادَةُ أَنْ لا إلهَ إلاَّ الله، وَأَنَّ مُحَمَّداً رسولُ الله، وإقامِ الصَّلاةِ، وَإيتاءِ الزكاةِ، وَحَجِّ البَيْتِ، وَصَوْمِ رَمَضَانَ . -Abdullah İbnu Ömer İbni'l-Hattâb (radıyallahu anh)'ın anlattığına göre:, "Ben Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'i işittim, şöyle buyurmuştu: "İslâm beş esas üzerine bina edilmiştir: Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in O'nun kulu ve elçisi olduğuna şehâdet etmek, namaz kılmak, oruç tutmak, Kâbe'ye haccetmek, Ramazan orucu tutmak" ( Muttefakun aleyh ) وعن شقِيقِ بنِ عبدِ الله التابعيِّ المُتَّفَقِ عَلى جَلالَتِهِ رَحِمَه الله قال: كانَ أَصْحَابُ مُحَمَّد لاَ يَرَوْنَ شَيْئاً مِنَ الأعْمَالِ تَرْكُهُ كُفْرٌ غَيْرَ الصَّلاةِ الترمذي -Tabiinden, Abdullah b. Şakîk el Ukaylî (r.a.) şöyle diyor: “Muhammed’in (s.a.v)ashabı namazdan başka amellerden hiçbirinin terk edilmesini küfür saymazlardı ancak namazın terk edilmesini küfür sayarlardı.” (Müslim, İman: 35; İbn Mâce, İkame: 77) وعن بُرَيْدَةَ رضيَ الله عنهُ عنِ النبيِّ قال: العَهْدُ الَّذي بَيْنَنَا وَبينَهُمُ الصَّلاةُ، فَمَنْ تَرَكَهَا فَقَدْ كَفَرَ. - Büreyde (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Bizimle münafık, müşrik ve kafirler arasındaki fark namazdır. Kim onu terk ederse kafir olur.” (Müslim, İman: 35; İbn Mâce, İkame: 77) Zikrettiğimiz ve daha benzeri birçok ayet ve hadislerden hareketen selef ve haleften oluşan bir kısım büyük islam alimlerimiz, farz namazı gerek kasten,gerek tembellikten dolayı terk eden ve kılmayan kişinin kafir olacağı,bu kişinin tekfirinin gerektiği görüşünü savunmuşlardır. Bu görüşte olanlardan bazıları şunlardır:Ömer bin Hattab, Abdullah bin Mesud, Abdullah bin (*) Abbas,Muaz bin Cebel, Cabir bin Abdullah ve Ebu Derda (r.anhum) Sahabenin dışında aynı görüşte olanlar ise Ahmed bin Hanbel, İshak bin Rahaveyh, Abdullah bin Mübarek, Nehai. < bak. et-Terğib > (*) Sahabenin görüşü hususunda bir açıklama ileride yapılacak inşaallah. Yine aynı ayet ve hadislerden hareket eden seleften ve haleften bir kısım büyük islam alimleri,namazı tembellik ten dolayı kılmayanların tekfir edilemeyeceğini,bu kişilerin birer asi ve büyük günah sahibi oldukları görüşünü ileri sürmekte'dirler.Allahu alem, bizimde gördüğümüz ve bildiğimiz kadarıyla cumhurun görüşüde bu istikamette'dir. Bunlardan bazılarından misal verecek olursak; İmam Ebu Hanife’(r.alh) ye göre namazı terk eden kimse namaz kılıncaya kadar hapsedilir. Kan çıkıncaya kadar dövülür. Tevbe edip namaz kılıncaya kadar tutuklu kalır.Ancak tekfir edilmez,yani kafir degildir.Bu aynı zamanda onun etbaı olan büyük imamlarımızında görüşüdür. < bak, Reddu'l Muhtar Haşiyesi./Ayrica bak;El-fikhu alel-Mezahibil Erbaati.> İmam Şafi ve İmam Malik (r.alh) ve onların etbaı olan imamlara göre bir vakit namazı terk eden ya da vacip olan vaktinden çıkaran kimse tevbeye çağırılır.Namazı terk üzerinde ısrar ederse hadd cezası olarak öldürülür. Ancak tekfir edilmez. < bak, Umdetul Kâri, 24/81/.Ayrica bak;El-fikhu alel-Mezahibil Erbaati.> Şimdi bu kısa bilgiden sonra yukarıda belirttiğimiz gibi, ( itiraz ve cevap şeklinde ) Allahu tealanın lu- tuf ve yardımıyla meseleyi ele almaya ve bir neticeye varmaya gayret edecegiz inşaallah. Itiraz: Gerek ayeti kerimelere ve gerekse rivayet edilen sahih hadislere binaen, namazı kasden veya tenbellikten ötürü kılmayanların,terk edenlerin küfre girdiklerini görmekteyiz.Bunca, çok bariz ve net delilleri görmemezlikten gelemeyiz.Zira Hadisi şeriflerde açıkca müşrik,ve kafir olduk- lari haber verilmekte'dir.Ayrıca hem sahabeden ve hemde selefin büyüklerinden'de aynı ifadele- rin rivayet edildiğide ortada'dır. Cevap: Namazın tembellikten dolayı terkini mutlak manada küfür olarak görmeyen ulema"Hadislerde- geçen küfür ve şirk kelimesi hakikî ma'nasındaki bir küfür olmayıp, küfran-ı ni'metdir." derler. Bir kısmıda;" Küfür kelimesi hakikî ma'nasında kullanılmıştır diye kabul edilirsede,hadisler namazı terketmeyi helâl i'tikad eden hakkındadır."demek suretiyle bir izahat getirirler. Ayrıca,bu nevi vaidler sakındırma ve korkutmak gayesine binaen zikredilmektedir.Bunlardan bir kaç örnek vermekle meseleye biraz daha açıklık getirmeye çalışalım: Allahu subhanehu ve teala Kitabı mübininde: وَاِنْ طَآئِفَتَانِ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ اقْتَتَلُوا فَاَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا فَاِنْ بَغَتْ اِحْدَيهُمَا عَلَى اْلاُخْرَى فَقَاتِلُوا الَّتِى تَبْغِى حَتَّى تَفِىءَ اِلَى اَمْرِ اللهِ فَاِنْ فَآءَ تْ فَاَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا بِالْعَدْلِ وَاَقْسِطُوآ اِنَّ اللهَ يُحِبُّ الْمُقْسِطِينَ - , اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ فَاَصْلِحُوا بَيْنَ اَخَوَيْكُمْ وَاتَّقُوا . Hucurat /9-10 * اللهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ “Eğer müminlerden iki grup birbirleriyle vuruşurlarsa aralarını düzeltin. Şayet biri ötekine saldırırsa, Allah'ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın. Eğer dönerse aralarını adaletle düzeltin ve (her işte) adaletli davranın. Şüphesiz ki Allah, adil davrananları sever. Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki rahmete eresiniz. “ Bu ayeti kerimede biri birleriyle savaşan iki mümin guruptan bahsedilmekte ve her iki taraf içinde mümin ifadesi kullanılmakta'dır.Halbuki bazı sahih hadisi şeriflerde ise bunun küfür olduğu zikredil- mektedir; .وعَنِ ابنِ مَسْعُودٍ رَضِيَ الله عَنْهُ قالَ: قالَ رَسُولُ الله : سِبَابُ المُسْلِمِ فُسوق، وَقِتَالُهُ كُفْرٌ . -İbni Mes'ud şöyle demiş: Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem): « Müslümana söğmek fısk'tır. Onunla çarpışmak ise küfürdür» buyur­dular." (Muttefakun aleyh ) «Her kim bize karşı silâh taşırsa bizden değildir. Bizi aldatan da bizden değildir.» buyurmuşlar. Ayrıca yine ; "Benden sonra biribirinizin boynunu vuran kafirler olmayın" hadisi. (Muttefakun aleyh) Bu ve benzeri haberlerdeki küfür kelimesi hakiki manadaki küfür olmayıp,nimeti-küfür oldugu şüphe götürmeyecek kadar açıktır. Bir başka misalde; * وَمَنْ يَقْتُلْ مُؤْمِنًا مُتَعَمِّدًا فَجَزَاؤُهُ جَهَنَّمُ خَالِدًا فِيهَا وَغَضِبَ اللهُ عَلَيْهِ وَلَعَنَهُ وَاَعَدَّ لَهُ عَذَابًا عَظِيمًا -Kim bir mümini kasten öldürürse, cezası, içinde ebedî olarak kalacağı cehennemdir. Allah ona gazab ve lanetletmiş ve onun için büyük bir azab hazırlamıştır. “ Nisa / 93 Ehli sünnet vel-Cemaat menhecindeki islam uleması öfkeden veya benzeri bir sebebe binaen kasden bir müslümanı öldüren kişi hakkında kafir olduğu ve ebedi cehennemde kalacağını söymemiştir.Ayeti kerimeden kasd olunan;kişiyi mümin olduğu için kasden öldürenlerdir” diyerek izahat yapmışlardır. Mesela bir örnek daha zikretmek gerekirse: Ebu Hureyreden(r.a) rivayet edilen bir sahih hadiste; -”Zani bir kimse zina yaptığı sırada mümin olarak zina yapmaz,hırsızda çaldığı sırada mümin olarak çalmaz.Içkici,içki içtiği sırada mümin olduğu halde içki içmez.” ( Buhari,Müslim,Ebu Davud,Tirmizi) Bu hadisin zahirine bakarak hareket etmeye kalkışılsa,bütün bunları işlerken kişinin kafir olduğu veya tekfirinin gerekeceğini dolayısıyla mürted olduğunu söylemek durumunda kalınacaktır.Halbuki Buha- ri “Hudud” bölümünde rivayet ettiği bir sahih hadisi şerifte,Abdullah adındaki bir sahabenin birkaç - defa içki içtiğinden dolayı Allah resulunun huzurunda kendisine sopa vurulduğunu,hazır bulunanalar- dan bir zatın: “Allah’ın laneti üzerine olsun, ne de çok bu haltı işliyor” dediğini,bunun üzerine Rasulullahın (s.a.v)ona şöyle cevap verdiğini: “Lanetleme!Allah’a yemin ederim ki o, Allah’ı ve Rasulü’nü sevmektedir.”dediğini nakletmektedir. ( bak,Buhari-Hudud-) Yine bir başka hadisi şerifde:”Emanete hiyanet edenin imanı yoktur.Sözünde durmayanın dini yoktur.” ( Ahmed ibni Hanbel,Ibni Hibban sahihinde).O halde emaneti olmayanın imansız,sözünde durmayanın dinsiz olduğunu söylemek durumunda kalınacaktır ki bunu hiçbir islam alimi söylememiştir. Bu örnekleri dahada çogalta biliriz; “Allah ona cenneti haram eder”, “Cennete giremez”, “Cennetin kokusunu bile alamaz” ifadeleri de bu türdendir. Rasulullah Sallallahu Aleyhi veSellem şöyle buyurur: “Akrabalık ilişkilerini koparan kişi cennete giremez.” Buhari ve Müslim Başka bir hadiste de şöyle: “Komşusu, kötülüğünden emin olmayan kişi cennete giremez.” -Müslim- Imamı Nevevi Rahimehullah, “Cennete giremez” ifadesinin iki manaya gelebileceğini belirtmektedir. Bunlardan birincisi; kişinin haram olduğunu bilerek komşusuna eziyet etmesi ve bunu kendisine helal görmesi halinde kafir olup asla cennete giremeyeceğidir. İkinci mana ise, cennetin kapıları açılıp başkaları cennete girdiği halde bu kişinin yaptığı kötülükten dolayı, cezasını çekinceye kadar cennete giremeyeceğidir. Ancak bu kişi Allahu Teala tarafından bağışlanarak kapıları açıldığı anda da cennete girebilir.Çünkü hak ehlinin mezhebine göre büyük günahları işleyip tevbe etmeden ölenlerin işi Allahu Teala’ya kalmıştır. Dilerse onu bağışlar ve cennete koyar ya da onu cezalandırır ve cezasını çektikten sonra cennete koyar. Allahu Teala en iyisini bilir.” ( Nevevi, Şerhu Müslim,2/15-16)(bak.Otuz Risale ) Itiraz: Ayeti kermede : “Eğer tevbe ederler, namazı kılarlar, zekatı verirlerse dinde kardeşleriniz olurlar..... “ Tevbe / 11 buyrulmaktadır.Dolayısıyla iman ettik dedikten sonra ancak namazlarını kılıp,zekatlarını ver- diklerinde dinde kardeşlerimiz olacakları açıkca ifade edilmektedir.O halde imandan sonra na- maz kılmak şartıyle mümin kardeşlerimiz ola bilmektedirler.Aksi halde kardeşlerimiz olamazlar. Bu ayeti kerimenin benzeri daha başka ayetlerde mevcut,hadislerde.Mesele çok açik değilmi ? Cevap; Elbette ayeti kerimede ifadeler açık ve net.Ancak belki ilk bakışta sadece sizin ifade ettiğiniz mana anlaşılmakta isede,ikinci bir manayı ifade ihtimalide mevcut. Herşeyden evvel bu ayeti kerimelerde müşrikler bahis mevzu'dur.Müşriklerin müslümanlarla olan savaştan vaz geçip,iman edip şirkten vaz geçmeleri ve diğer müminler gibi namazlarını kılıp,zekatlarını vermelerinin akabinde ancak onlara güvene bilir ve kardeşlerimiz gözüyle baka biliriz,manasının ifadesi. Bir hadisi şerifte söyle buyrulur ; عَنِ بْنِ عُمَرَ رَضِىَ اللهُ عَنْهُمَا قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ أُمِرْتُ أَنْ أُقَاتِلَ النَّاسَ حَتَّى يَشْهَدُوا أَنْ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ وَأَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللَّهِ وَيُقِيمُوا الصَّلاَةَ وَيُؤْتُوا الزَّكَاةَ فَإِذَا فَعَلُوا ذلِكَ عَصَمُوا مِنِّي دِمَاءَهُمْ * وَأَمْوَالَهُمْ إِلاَّ بِحَقِّ اْلاِسْلاَمِ وَحِسَابُهُمْ عَلَى اللَّهِ - İbn-i Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Ben insanlar Allah'tan başka ilâhın olmadığına, Muhammed'in de Allah'ın elçisi olduğuna şehâdet edinceye, namaz kılıncaya, zekât verinceye kadar onlarla savaş etmekle emrolundum. Bunları yaptılar mı, kanlarını, mallarını bana karşı korumuş (emniyet altına almış) olurlar. İslâm'ın hakkı hâriç. Artık (samimi olup olmadıklarına dair) durumları Allah'a kalmıştır" ( Muttefakun aleyh ) Bu hadisi şerif bizim bu görüşümüzü teyid etmekte'dir.Şöyleki; Şehadeteyn'den sonra namaz kılmaları, zekat vermeleri şartıyla kanlarının ve mallarının korunmuş olacağı ifadesini iki şekilde açıklamamız mümkündür; 1- Islamın en önde gelen alametlerinden olan namaz ve zekat,aynı zamanda toplum içerisinde en zahir olan ibadetlerden'dir.Namaz cemaatla kılınan bir ibadet'tir.Aynı zamanda, haftalık cuma namazı,bay- ram namazı,teravih namazı gibi,toplum içerisinde cerayan eden ve zahir olan bir ibadet olması hasebiy le hiç kılmama gibi bir tutum veya gizlemek mümkün değildir.Aksi takdirde yakalanır sual edilir ve he saba çekilir.Zekatta yine namaz gibi aleni yapılıp eda edilen bir ibadettir.Zekatını mal varlığı olduğu halde islamın devletine vermemek gibi bir tavır hiç şüphesiz,fakir müminlerin hakkını vermemek,islam devletini tanımamak anlamına geleceğinden müslümanlığından şüphe edilir ve hemen yakalanıp hesa- ba çekilir.Binaen aleyh hadisi şeriftede buyrulduğu gibi,kelimei-şehadet söyledikten sonra islam toplu mu içerisinde ancak bu iki sosyal,dikkatleri celb açısındandan mühim zahir ibadetleri yerine getirmek kaydıyla malını ve kanını korumuş olur.Imanında samimi olup olmadığını ancak Allahu subhanehu ve teala bilir.Hadisteki; “Artık durumları Allaha kalmıştır” ifadeside buna işaret etmektedir.Allahu Alem. 2- Ayet ve Hadislerdeki bu ifadelerde kastolunan “cüzden- külün” anlaşılması'dır.Yani Imandan sonra salih amellerin işlenmesinin istenmesi'dir.Nasılki “Asır suresinde” iman ettikten sonra salih amelle- rin istenmesi gibi. Farz olan bütün ibadetler bir bir zikrolunmuyor, sedece namaz ve zekat gibi özellikle zahiri olan ibadetler zikrolunmakla kifayet edilmektedir.Ayeti kerimelerde ve Hadisi şeriflerde zikrolunan ibadetlerin dışındaki farz olan ibadetleri yerine getirmesede olur manası asla anlaşılamayacağı malum. Nitekim sahih hadislerde namaz kıldıkları müddetce zalim idarecilere karşı savaşın yasaklanması gibi. Zira orada'da yine namazdan kasıt, islamın farz olan emirlerini yerine getirdikleri,islam ahkamını icra ettikleri sürece savaşmayın manası vardır.Bu mesele, ilim ehlince malumdur. Allahu Alem. Itiraz: Ayet ve Hadisi şeriflerde zikrolunan “Küfür ve Şirk” kelimeleri “Elif Lam “takısıyla yani ma- rife olarak gelmiştir,usul ulemasınca bu şekilde gelen kelimeler hakiki manasına hamledilir. Genel görüş ve kabulde budur.Namazın terki hususundaki hadislerde “Elif-Lam”tarifle gelmiş- tir,binaen aleyh burada kast olunan hakiki manasına olan küfür'dür.Namazın tembellikten'de olsa terkini küfür gören islam uleması bu hususuda önemle hatırlatırlar.Zira dediğimiz gibi usul ulemasının bu hususta genel görüşüde budur. Cevap; Usul alimlerimizce (elif-lam takısı ile) marife olarak gelen küfür ve şirk sözlerinin hakiki ma- nasına alınmasının gerektiğini söylemeleri doğrudur,ve bizde buna katılıyoruz.Ancak bazı istisnalarında olabileceğini söylemek durumundayız.Bu hususta Şeyh Ebu Muhammed Asım el-Makdisi (Allah kendisini Tağutlardan korusun) şöyle demektedir; “Usül alimleri özellikle marife olarak (elif-lam takısı ile) kullanılan küfür sözcüğü ile ilgili şu kuralı belirtmişlerdir: Bu şekilde gelen küfür sözcüklerinin dinden çıkaran küfür anlamında alınması gerekir. Bu şekilde gelen küfür sözcüklerinde, dinden çıkaran küfür anlamında olmadığını belirten bir karine olmadığı sürece asıl olan budur. Abdullatif bin Hasan Âlu’ş-şeyh şöyle der: “Kur’an ve Sünnet’te geçen zulüm, fasıklık, şirk vebuna benzer lafızlar, hakikat ve isimlendirme türünden mutlak olarak kullanıldığı gibi, bu şekilde kullanıl- mamış da olabilir. Usulcülere göre asıl olan, hakiki manada kullanılmış olmalarıdır. Bu manada kullanılmadığını kararlaştırmak için lafzi veya mana olarak bunu destekleyen bir kari nenin bulunması gerekir. Bu ise Rasulullah’ın (s.a.v) beyanı ve sünnetinin tefsiri ile bilinir. Allahu Teala şöyle buyurur: “(Allah’ın emirlerini) onlara iyice açıklasın diye her peygamberi yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik.” < Er-Risaletü's-Selasiniyye.../Seyh Ebu Muhammed Asim el-Makdisi > Ibni Kayyim “Es-Salat”isimli eserinde ferdi ve muayyen bir meselede nefsine uyarak kitaba göre değil- de kendi görüşüne göre hükmeden hakim hakkında meseleyi zikrederken şunları ifade etmekte'dir: “Allahın indirdiği ile hükmetmeyen hakim kafir'dir.Namazı terk eden'de resulullahın hadisine göre ka- fir'dir.Ancak bu amel küfrüdür,itikadi küfür değil'dir.Bu kişinin itikadi küfrü değil ameli küfrü amaçla- mış olduğu malum'dur.Bu küfürde kişiyi islam dairesinden ve dinden tamamıyla çıkarmayan bir küfür' dür.” < bak,Hakimiyet mefhumu-M.Gezenler > Ayrıca,makalemizin başkısmında zikrettiğimiz hadisi şeriflerde'de görüleceği gibi,küfür ve şirk kelime lerinin bazılarının zannettiği gibi sadece “Elif-Lam”takısıyla gelmemektedir.Bilakis bir çok hadislerde “Nekire”olarakta gelmekte'dir.Binaen aleyh ihtimalden söz etmemiz boş bir iddiadan ibaret değildir. Neticeyi-kelam ve hulasayı-meramımız olarak diyoruzki; „Mümkün mertebe ihtisaren buraya kadar zikrettiğimiz deliller neticesinde muşahede ettiğimiz ihtilaf ve ihtimallerden hareketen,inanılması zaruri olan şeylere inanıp iman eden,ancak tenbellikten vedünya telaşesindan namazlarını devamlı kılamayan bir kişinin mutlak manada tekfirine değil,fakat Allaha (cc) karşi nankör ve asi bir fasık olacağı görüşünü dogru ve isabetli görmekteyiz.Ancak burada namazlarını devamlı kılamayan ve bundan dolayıda üzgün olup “inşaallah ilk fırsatta kendimi düzeltip namazlarımı dosdoğru kılacağım”diyen ve yaptığının asla doğru olmadığını kabul edip itiraf eden kişiyle,hiç namaz kılmaya niyyeti olmayan,yaptıklarından pişmanlık duymayan ve namazı asla ciddiye almayan kişi ara- sında ayırım yapmaktayız.Zira ikinci kısım kişilerin hakiki manadaki küfürden nasiblerinin olduğuna inanıyoruz.Iste bizim arastirmalarimiz nihayetinde vardigimiz netice budur.Allahu Alem. (*) Bir Açıklama: Yazımızın baş kısmında sahabeden bazılarınında, namazın mazeretsiz terkini küfür kabul ettiklerinin rivayetinden bahsettik.Bunu şu şekilde açıklamak inşaallah yanlış olmaz; Herşeyden önce sahabei-ikramın (Radiyallahu anhum ecmain) Allah resulundan işittikleri her sözü ve haberi olduğu gibi harfiyyen muhafaza edip asıl şekliyle rivayet etmek hususundaki titizlikleri ehlince malum olan bir hakikat'tir.Binaen aleyh ifade edilen kelimelerin yorumuna ve tevilinede gitmezlerdi. Ancak kendileri bu nevi kelimelerin hakiki manasına mı, yoksa tehdit ve sakındırma amaçlı inkarı- nimet manasınamı söylendiğini bilmekte idiler.Insanların,bu tür tehdit ihtiva eden nasları hafife almamaları,gereyince sakınmaları açısından tevil etmekten sakınmışlardır.Çünkü bu haliyle bırakmak kötülüklerin işlenmesini engellemede daha etkilidir.Sahabenin ve selefi salihinin bu nevi tutumları hakkında bir misal daha vermekte fayda mulahaza etmekteyiz; Enes (r.a.) anlatır: "Hz. Peygamber (s.a.v.) terkisinde, Muâz (r.a.) ile birlikte devenin üzerinde bulunuyordu: "Ey Cebel oğlu Muâz" buyurdu. O da: "Buyur, emret Ey Allah'ın Rasûlü" dedi: "Ey Muâz" O da üç defa: "Buyur emret Ey Allah'ın Rasûlü" dedi; "Sadakatle içten gelerek Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammedin Allah'ın elçisi olduğuna şahitlik edip de Allah 'ın cehennemi kendisine ha­ram kılmadığı hiçbir kimse yoktur." buyurdu. Muâz: "Ey Allah'ın Rûlü, bunu halka bildirsem de sevinseler?" dedi. Rasûlüllah: "O zaman buna güvenip kalırlar" buyurdu. Muâz (r.a.) bu bilgiyi tebliğ görevini yapmama günahından dolayı vefat edeceği sırada bildirmiştir." < Muhammed Fuâd Abdülbâki, Müttefekun Aleyh Hadisler, > Hatime; Bazı selefi istikametteki kardeşlerimizin yazmış oldukları makale ve eserlerinde,adeta bu hususlarda hiç bir görüş ayrılığı yokmuş ve bütün bir ümmetin icmaa varmış gibi hareket ederek, bir vakit namazı bile tembellikten ötürü kılmayan kişinin mürted,müşrik ve kafir olacağını,müslümanların mezarlığına defnedilemeyecegini iddia ve ifade etmelerine binaen bizde bu makaleyi yazmak durumun da olduğumuzu hisset'tik.Fakat,bizim namaz kılmayanları savunmak veya onları temize çıkarmak gibi bir maksadımız olduğunu asla kimse düşünmesin.Böyle bir niyyet ve düşünceden Allahu subhanehu ve telaya sığınırız.Namazı dosdoğru kılmayanların kebair bir günahı işlemiş,Allaha asi,fasık, cehenneme müstehak bir kul olduklarından hiç kimsenin şüphesi olmasın.Bizim bu küçük çalışmamız,iki tarafında delil ve görüşlerini gözden geçirip,bir neticeye varma gayreti'dir.Yine bu kısa makalemizle,namazın terkini hakiki manada küfür gören bazı kardeşlerin bu ihtimal ve delillleride gözönünde bulundurmala- rını,ulemai-islam beyninde bu hususta iki görüşün mevcudiyetini hatırlatmak,nihayet insaflı ve ölçülü olmaya davet etmek'tir..Hakikati en iyi bilen hiç şüphesiz alemleri rabbi olan Allahu azimuş-şandır. Nihayet olarak diyoruzki;” Namazı tembellikten'de olsa kılmayanların vay haline.” Zira Namazı tenbellikten bile olsa terk eden kişinin küfre ve şirke düşeceğini savunan,bu yönde fetva veren imamlarımızın ve selefimizin varlığı bile onlar için korkunç bir ceza,tehdit ve felaket'tir. - Ya,Allahu subhanehu ve tealanın kendilerini açıkca Cehennemle tehdidi ?? '' Allah'ım! Bize imanı sevdir ve onu kalplerimizde süsle. Bize küfrü, fasıklığı ve isyanı çirkin göster ve bizi doğruyu bulanlardan kıl. Allah'ım! Bizim müslüman olarak ruhumuzu kabzet, müslüman olarak dirilt. Bizi bedbahtlara değil de salihlere ilhak eyle.'' - Amin - وما توفيقي الا با الله عليه توكلت وهو رب العرش العظيم م٠هارون ابوانصار العينتابي M.Harun ebu Ensar el-Ayıntabi C.Sani /1433 - Mayis/ 2012 m.

Küfrün Cesitleri

بسم الله الرحمن الرحيم KÜFRÜN ÇEŞİTLER 1- Cuhud Küfrü 2- Tahkim ve Teşri Küfrü 3- Istihlal ve Istihram Küfrü 4- Istihsa Küfrü 5- Ameli Küfür 6- Itaat ve rıza Küfrü 7- Şek Küfrü بسم الله الرحمن الرحيم اِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا وَمَاتُوا وَهُمْ كُفَّارٌ اُولَئِكَ عَلَيْهِمْ لَعْنَةُ اللهِ وَالْمَلَئِكَةِ وَالنّاَسِ اَجْمَعِينَ , خَالِدِينَ فِيهَا لاَ يُخَفَّفُ عَنْهُمُ Bakara/161-162 * وَلاَ هُمْ يُنْظَرُونَ -“ Muhakkak inkâr edip de kâfir ola­rak ölenler var ya, işte Allah'ın, melek­lerin ve bütün insanların laneti onla­rın üzerinedir.İçinde ebedî kalicıdırlar. Ne üzer­lerinden azap hafifletilir ne de onlara mühlet verilir.“ Bakara/ 161-162 1- Cuhud Küfrü ( Inkar Küfrü) - Inadi ve Cehli - : يَآاَيُّهَا الَّذِينَ اَمَنُوا اَمِنُوا بِاللهِ وَرَسُولِهِ وَالْكِتَابِ الَّذِى نَزَّلَ عَلَى رَسُولِهِ وَالْكِتَابِ الَّذِى اَنْزَلَ مِنْ قَبْلُ وَمَنْ يَكْفُرْ بِاللهِ وَمَلَئِكَتِهِ Nisa/136 * وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ وَالْيَوْمِ اْلاَخِرِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلاَلاً بَعِيدًا Ey iman edenler! Allah’a, peygamberine, peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Zira Allah’ı, meleklerini, kitaplarını ve peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr eden, gerçekten şiddetli ve derin bir sapıklığa düşmüştür.“ Nisa / 136 * اَلَّذِينَ اَتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ كَمَا يَعْرِفُونَ اَبْنَآءَ هُمْ وَاِنَّ فَرِيقًا مِنْهُمْ لَيَكْتُمُونَ الْحَقَّ وَهُمْ يَعْلَمُونَ Kendilerine kitap verdiklerimiz onu öz oğullarını tanıdıkları gibi tanır­lar. Bununla birlikte içlerinden bir grup bilip durdukları halde yine de mutlaka hakkı gizlerler.“ Bakara-146 2- Tahkim ve Teşri Küfrü ( Allahin hükmünün gayriysiyle hükmetme ve Kanun yapma Küfrü ) Maide/50 * اَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ وَمَنْ اَحْسَنُ مِنَ اللهِ حُكْمًا لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ * “Cahiliye devri hükmünü mü istiyorlar? Yakinen bilen bir millet için Allah'tan daha iyi hüküm veren kim var­dır?” Maide-50 اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذِينَ يَزْعُمُونَ اَنَّهُمْ اَمَنُوا بِمَا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ يُرِيدُونَ اَنْ يَتَحَاكَمُوا اِلَى الطَّاغُوتِ وَقَدْ اُمِرُوا اَنْ Nisa / 60 * يَكْفُرُوا بِهِ وَيُرِيدُ الشَّيْطَانُ اَنْ يُضِلَّهُمْ ضَلاَلاً بَعِيدًا “Ey Muhammed! Sana indirilen Kuran'a ve sen­den önce indirilenlere inandıklarını iddia edenleri gör-mü­yor musun? Putların ( Tagutlarin) önünde muhakeme olunmalarını is­terler. Oysa, onları tanımamakla emrolunmuşlardı. Şeytan onları derin bir sapıklığa saptırmak ister.” Nisa-60 * فَلاَ تَخْشَوُا النَّاسَ وَاخْشَوْنِ وَلاَ تَشْتَرُوا بِاَيَاتِى ثَمَنًا قَلِيلاً وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا اَنْزَلَ اللهُ فَاُولَئِكَ هُمُ الْكَافِرُون ... O halde insanlardan korkmayın, ben­den korkun, âyetlerimi hiçbir değerle değiştirmeyin: Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar kâfirlerin ta kendileri'dir.” Maide-44 Kehf /26 * وَلاَ يُشْرِكُ فِى حُكْمِهِ اَحَدًا ... Ve O, kendi hükümünde kimseyi ortak kabul etmez.” Kehf-26 Yusuf-40 * اِنِ الْحُكْمُ اِلاَّ لِلَّهِ اَمَرَ اَلاَّ تَعْبُدُوا اِلاَّ اِيَّاهُ ذَلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُ وَلَكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ ..... Hüküm vermek ancak Allah'a aittir; kendisinden başkasına değil, O'na tapmanızı emretmiştir. Bu, dosdoğru dindir, fakat insanların çoğu bilmezler.” 3- Istihlal ve Istihram Küfrü ( Haramı Helal kabut etme veya Helalı Haram kabul etme Küfrü): * وَلاَ تَقُولُوا لِمَا تَصِفُ اَلْسِنَتُكُمُ الْكَذِبَ هَذَا حَلاَلٌ وَهَذَا حَرَامٌ لِتَفْتَرُوا عَلَى اللهِ الْكَذِبَ اِنَّ الَّذِينَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللهِ الْكَذِبَ لاَ يُفْلِحُونَ Kendi dillerinizin uydurmasıyla Allah’a iftira ederek, “Bu helaldir, şu haramdır” demeyin. Çünkü Allah’a karşı yalan düzenler asla kurtuluşa erişemezler.“ -Nahil / 116- اِتَّخَذُوا اَحْبَارَهُمْ وَرُهْبَانَهُمْ اَرْبَابًا مِنْ دُونِ اللهِ وَالْمَسِيحَ ابْنَ مَرْيَمَ وَمَا اُمِرُوا اِلاَّ لِيَعْبُدُوا اِلَهًا وَاحِدًا لاَ اِلَهَ اِلاَّ هُوَ Tevbe- 31 * سُبْحَانَهُ عَمَّا يُشْرِكُونَ “Onlar Allah'ı bırakıp hahamlarını, papazlarını ve Meryem oğlu Mesih'i Rab’leri olarak kabul ettiler. Oysa tek ilâh’tan başkasına kulluk etmemekle emrolunmuş-lardı. Ondan başka ilâh yoktur. Allah, koştukları eşlerden münezzehtir.” Tevbe -31 4- Istihsa Küfrü ( Alay,Şaka ve Hafife alma Küfrü): * وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ لَيَقُولُنَّ اِنَّمَا كُنَّا نَخُوضُ وَنَلْعَبُ قُلْ اَبِاللهِ وَاَيَاتِهِ وَرَسُولِهِ كُنْتُمْ تَسْتَهْزِؤُنَ - لاَ تَعْتَذِرُوا قَدْ كَفَرْتُمْ بَعْدَ اِيمَانِكُمْ “Onlara soracak olursan, “Biz andolsun ki, eğlenip oynuyorduk” diyecekler; De ki: “Allah'la, âyetleriyle, peygamberiyle mi alay ediyorsunuz?Özür beyan etmeyin, inandıktan sonra inkâr ettiniz. Tevbe/ 65-66 Kehf-56 * وَاتَّخَذُوا اَيَاتِى وَمَا اُنْذِرُوا هُزُوًا ..... Ayetlerimizi ve kendilerine yapılan uyarıyı alay konusu edinirler. 5-Ameli Küfür ( Ikrah olmaksızın; fiili ve kavli küfür, misal: Putlara secde etmek,papaz kıyafeti giy- mek vs.. Kişinin,ğayri müslim veya müşrik olduğunu ikrar veya ilan etmesi gibi.) مَنْ كَفَرَ بِاللهِ مِنْ بَعْدِ اِيمَانِهِ اِلاَّ مَنْ اُكْرِهَ وَقَلْبُهُ مُطْمَئِنٌّ بِاْلاِيمَانِ وَلَكِنْ مَنْ شَرَحَ بِالْكُفْرِ صَدْرًا فَعَلَيْهِمْ غَضَبٌ مِنَ * اللهِ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ “Gönlü imanla dolu olduğu halde, ikrah altında olan kimse müstesna, inandıktan sonra Allah'ı inkâr edip, gönlünü kâfirliğe açanlara Allah katından bir gazap vardır; büyük azab da onlar içindir.” Nahl-106 اَفَتُؤْمِنُونَ بِبَعْضِ الْكِتَابِ وَتَكْفُرُونَ بِبَعْضٍ فَمَا جَزَآءُ مَنْ يَفْعَلُ ذَلِكَ مِنْكُمْ اِلاَّ خِزْىٌ فِى الْحَيَوةِ الدُّنْيَا وَيَوْمَ الْقِيَمَةِ يُرَدُّونَ اِلَى... Bakara-85 * اَشَدِّ الْعَذَابِ وَمَا اللهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ Yoksa siz, kitabın bir kısmına inanıp,bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden böyle yapanların cezası, dünya hayatında rezillik ve kepazelik, ahirette de acıklı azaptan başkası değildir. Allah yaptıklarınızı bilmez değil ki.“ Bakara-85 6- Itaat ve rıza Küfrü ( Kafirlere itaat etmek,işlenen küfre ve şirke ses çıkarmamak, rıza gösterme): Casiye /18 * ثُمَّ جَعَلْنَاكَ عَلَى شَرِيعَةٍ مِنَ اْلاَمْرِ فَاتَّبِعْهَا وَلاَ تَتَّبِعْ اَهْوَآءَ الَّذِينَ لاَ يَعْلَمُونَ “Sonra ey Muhammed! Seni de din konusunda bir şeriat sahibi kıldık, ona uy; bilmeyenlerin heveslerine uyma.” Casiye-18 En'am/ 121 * وَاِنَّ الشَّيَاطِينَ لَيُوحُونَ اِلَى اَوْلِيَائِهِمْ لِيُجَادِلُوكُمْ وَاِنْ اَطَعْتُمُوهُمْ اِنَّكُمْ لَمُشْرِكُونَ .... Doğrusu şeytanlar sizinle tartışmaları için dostlarına fısıldarlar, eğer onlara itaat ederseniz şüphesiz siz müşrik olursunuz.” En'am / 121 وَقَدْ نَزَّلَ عَلَيْكُمْ فِى الْكِتَابِ اَنْ اِذَا سَمِعْتُمْ اَيَاتِ اللهِ يُكْفَرُ بِهَا وَيُسْتَهْزَاُ بِهَا فَلاَ تَقْعُدُوا مَعَهُمْ حَتَّى يَخُوضُوا فِى حَدِيثٍ غَيْرِهِ Nisa / 140 * اِنَّكُمْ اِذًا مِثْلُهُمْ اِنَّ اللهَ جَامِعُ الْمُنَافِقِينَ وَالْكَافِرِينَ فِى جَهَنَّمَ جَمِيعًا “O, size kitapta “Allah'ın âyetlerinin inkâr edil­diğini ve alaya alındığını işittiğinizde, başka bir söze gec­medikçe, onlarla bir arada oturmayın, yoksa siz de onlar gibi olursunuz" diye indirdi. Doğrusu Allah münâfıkları ve kâfirlerin hepsini cehennemde toplayacaktır.” < Nisa-140 > Furkan-52 * فَلاَ تُطِعِ الْكَافِرِينَ وَجَاهِدْهُمْ بِهِ جِهَادًا كَبِيرًا “Sen, inkârcılara asla itaat etme, onlara karşı olanca gücünle cihad et.” 7- Şek Küfrü ( Şüphe etme suretiyle küfür ): Tevbe-45 * اِنَّمَا يَسْتَأْذِنُكَ الَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ بِاللهِ وَالْيَوْمِ اْلاَخِرِ وَارْتَابَتْ قُلُوبُهُمْ فَهُمْ فِى رَيْبِهِمْ يَتَرَدَّدُونَ Ancak Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, kalpleri kuşkuya düşmüş, şüpheleri içinde bocalayanlar (geri kalmak için) senden izin İsterler. * اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ اَمَنُوا بِاللهِ وَرَسُولِهِ ثُمَّ لَمْ يَرْتَابُوا وَجَاهَدُوا بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ فِى سَبِيلِ اللهِ اُولَئِكَ هُمُ الصَّادِقُونَ Mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allah’a ve Rasülü’ne iman ettik-ten sonra, hiçbir şüpheye sapmayıp, imanlarında sarsıntı geçirmeyen ve böy-lece Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaşan kimselerdir. İşte iman iddia-sında doğru olanlar onlardır.“ Hucurat-15 Bakara-147 * اَلْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ فَلاَ تَكُونَنَّ مِنَ الْمُمْتَرِينَ "Hak Rabbindendir. (Hak Rabbinden gelen­dir.) Sakın ha, sakın bu konuda şüpheye düşenlerden olma.“ Bakara-1,2 * الم- ذَلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ هُدًى لِلْمُتَّقِينَ “İşte bu kendisinde şüphe olmayan kitaptır." وَبِاَللَّهِ التَّوْفِيقُ tevhidi-hakikat.de

Freitag, 21. Januar 2011

İslam Dini,Teslimiyyet Dinidir.(Kısa ve Öz)

بسم الله الرحمن الرحيم


Maide/3 *...... الْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ وَاَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتِى وَرَضِيتُ لَكُمُ اْلاِسْلاَمَ دِينًا....
''Bugün dininizi kemale erdirdim, üzerinize olan nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm 'dan
razı oldum...'' < Maide/3 >

Ayeti kerimenin nuzul sebebi:


Bu âyet-i kerimenin nüzulü vakti olarak zikredilenler arasında meşhur olanı "Hicretin onuncu senesi Veda haccında Hz. Peygamber Arafat'ta bir cuma günü olan Arafe günü ikindiden sonra Adbâ' adlı devesi üzerinde vakfe yaparken nazil oldu." rivayetidir. < bak.Razi-Tefsiri Kurtubi-Tefsiri Taberi >

«Bu gün dininizi kemâle erdirdim, üzerinizde olan nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâmiyeti beğendim.» Bu, Azîz ve Celîl olan Allah'ın bu ümmete lütfettiği en büyük nimettir. Evet, Allah bu ümmetin dinini kemâle erdirmiştir. Artık dinlerinden başka bir dine ihtiyâç ve peygamberlerinden başka bir peygambere gerek duymayacaklardır. Zâten bunun için Allah peygamberini, peygamberlerin hâtemi kılmış, insanlara ve cinlere elçi olarak göndermiştir. O'nun helâl kıldığından başka bir helâl yoktur. O'nun haram kıldığından başka haram bir şey yoktur. O'nun getirdiği dinden başka din yoktur. O'nun bildirdiği her şey haktır, yanlışı olmayan doğrudur, yanılması olmayan hakîkattır. Yani siz de kendiniz için İslâm'ı seçin. Çünkü Allah'ın beğenip hoşlandığı din odur. O dini peygamberlerin en faziletlisi ile gönderdim ve beraberinde de kitapların en şereflisini indirdim.'' < bak, Tefsiri İbni Kesir >

'' Bugün size dininizi bütünledim. Bugün sizin dininizi kemale erdirdim. Dininizin helâllerini, haramlarını açıklayarak sizin için onu olgunluğa ulaştırdım. Dininizi tüm dinlere, sisteminizi tüm sistemlere üstün gelecek özelliklerle donattım. Böylece üzerinize olan nîmetimi tamamladım, din olarak sizin için İslâmiyet'i seçip beğendim. İslâm’ı, teslimiyet dinini sizin için hayat programı yaptım. Teslimiyet dini olan İslâm’ı sizin için yaşam tarzı olarak belirledim ve sizin için sadece bundan razı oldum. Âl-i İmrân sûresinin beyanıyla söyleyecek olursak, kim teslimiyet dini olan İslâm’dan başka bir din, İslâm’dan başka bir hayat tarzıyla Bana gelirse asla ondan razı olmayacağım. Sizin Bana karşı konumunuz kayıtsız şartsız teslimiyettir.'' < Besairul-kuran >

''Şimdi onlar Allah’ın dininden başka bir din mi arıyorlar? '' A.İmran/84 *..... اَفَغَيْرَ دِينِ اللهِ يَبْغُونَ


A.İmran/85 * وَمَنْ يَبْتَغِ غَيْرَ اْلاِسْلاَمِ دِينًا فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْهُ وَهُوَ فِى اْلاَخِرَةِ مِنَ الْخَاسِرِينَ

''Kim İslâm'dan başka bir din ararsa ondan asla kabul olunmaz ve o âhirette hüsrana uğrayanlardandır.''

Ayeti kerimenin nuzul sebebi:

Ayetin nüzul sebebi ile ilgili olarak Mücahid ve es-Süddî der ki: Bu ayet-i kerime el-Hulâs b. Suveyd'in kardeşi el-Hâris b. Suveyd hakkında nazil olmuştur. Bu kişi Ensardandı. Kendisi on iki kişi ile birlikte İslâm'dan döndü ve Mekke'ye kâfir olarak vardılar. Bunun üzerine bu ayet-i kerime nazil oldu.Daha sonra kardeşine haber gönderip tevbe etmek istediğinibelirtti. İbni Abbas der ki:Ve bu ayetlerin nüzulünden sonra İslâm'a girdi. < et-Tefsirul-Münir/ Vehbe Zuhayli >

Kim İslamdan başka bir din ararsa Allah onun aradığı o dini asla kabul etmeyecektir. Ayrıca o kişi âhirette Allahın rahmetini kaybedip hüsrana düşenlerden olacaktır.Âyet-i kerimeden anlaşıldığı gibi,
îslamın dışındaki Yahudilik ve Hıristiyanık gibi bütün dinlerin hükmü kaldırılmıştır. Bundan sonra kıyamete kadar bütün insanların tek dînî İslamdır. Ondan başka din arayan kimse sapıklık içindedir.
< Tefsiri İmam Taberi >
وَمَنْ يُشَاقِقِ الرَّسُولَ مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُ الْهُدَى وَيَتَّبِعْ غَيْرَ سَبِيلِ الْمُؤْمِنِينَ نُوَلِّهِ مَا تَوَلَّى وَنُصْلِهِ
Nisa/115 * جَهَنَّمَ وَسَاءَ تْ مَصِيراً
-Kim kendisine doğru yol besbelli olduktan sonra, peygamberle bağını koparıp, mü’minlerin yolundan başka bir yola saparsa, onu tercih ettiği o yolda bırakır ve cehenneme sokarız. O ne kötü bir yerdir.'' < Nisa/115 >

Ayeti kerimenin nuzul sebebi:

Bu ayetler Tu'me b. Übeyrık ailesinin bozgunculuk ve şer üzerine işbirliği, hırsızlık suçunun Yahudinin üzerine atılması hususunda kendi aralarında geceleyin gizlice konuşmaları hakkında nazil olmuştur.
Rivayete göre Peygamberimiz (s.a.) elinin kesilmesi şeklinde hüküm verince Tu'me Mekke'ye kaçmış, dininden dönmüş ve müşrik olarak ölmüştü. Bunun üzerine "Kim Rasul'e karşı gelirse..." (Nisa, 4/115) ayeti nazil oldu. Rasul'e düşmanlık etmek, o'na muhalefet etmek, İslâm'ı terk etmek veya İslâm'dan dönmek, müslümanların yoluna aykırı davranmak bunu işleyen kimseyi Allah'ın yardımından ve gözetiminden mahrum kılar, o kimsenin karanlık ve dalâlet bataklığında bocalamasına, kendi nefsî ve beşerî arzularının güdümüne girmesine sebep olur. O kimsenin cehennem ateşine girmesini gerekli kılar. Bu haktan sapan kimsenin varacağı yer ne kötüdür. < Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir >


AYETİ KERİMELERDEN ALINACAK DERSLER


1- Rabbimizin Maide/3'de ifade buyurduğu gibi;Artık din kemale ermiş,asla bir eksiği veya noksanı
kalmamıştır.Yanlıştan,hatadan ve ihmalden münezzeh olan rabbimizin kelamında helaller
ve haramlar belirtilmiş,tahriften,tebdil ve tağyirden'de korunmak üzre ilahi koruma,muhafaza altına
alınmıştır (Hicir,9). Binaen aleyh bundan sonra kim kalkarda Allahu tealanın, yegane razı olduğu
islam dininde noksanlık,fazlalık,yanlışlık,hata veya ihmallık bulunduğunu iddia ve iftirasında bulu-
nursa,bu dine kendi heva ve hevesinden birşeyler sokuşturmağa çalışırsa,veyahutta bu dinin emri
olan bir hükmü beğenemeyip onu çıkarmağa ve yok saymağa kalkışırsa,işte bunları yapan ve iddia
edenler birer mürted ve zındıktırlar.İslam dini ile uzaktan ve yakından hiçbir alakaları yoktur ve kalma
mış'tır. Allahın rahmetini kaybedip hüsrana düşenlerden olacaklardır.

2- Daha sonra Allahu subhanehu ve teala; ''Kim İslâm'dan başka bir din ararsa ondan asla kabul olun
maz ve o âhirette hüsrana uğrayanlardandır.'' ayeti kerimesi ile hak ve tek din olan islamdan başka
hiçbir dinin kabul edilmeyeceğini ve etmeyeceğini çok açık ve bariz bir şekilde ifade buyurmaktadır.
Hal böyleyken,gözleri kör,kulakları sağır ve kalbleri dumura uğramış bazı munafık bel'amlar daha
hala kalkıp islam dinine,gönderilen kelamullaha inanıp iman etmeyen ehli kitabın cennete girecekleri-
ni iddia etmekte'dirler.Ve dolayısıyla Hz.kurana ve dine iftira etmekte,Allahu tealanın bu ve benzeri
ayetlerini inkar etmekte ve netice itibariyle birer inkarcı mürted olmaktadırlar. Mürted ve münafıklar
istemesede kahhar olan,kâdiri mutlak olan rabbimiz nurunu tamamlayacak'tır.Yine mürted ve münafık
lar istemesede Allah subhanehu ve teala; İslamdan başka kendilerine din edinen yahudi ve nasranileri,
onları illada cennete sokmağa,cennet ehli göstermeğe çalışan avukatlarıyla beraber oldukları halde
< Tevbe edip müslaman olmadan öldükleri taktirde > cehennemde toplayacaktır ,(bak,Nisa/140).

3-Yüce rabbimizin kemale erdirdiği,insar için seçtiği ve razı olduğu islam dini bir tevhid ve teslimiyet
dini'dir.Tevhidi ve Teslimiyeti ''Dini sadece Allaha haskılarak ona ibadetle emrolundum''(Zümer/11)
ayeti kerimesiyle örtüşmeyen,bağdaşmayıp çelişen bir kişi islamla alakası olmayan ve netice itibariy-
le yukarıda üçüncü ayeti kerimenin-Nisa/115- ifadesiyle ;''Kim kendisine doğru yol besbelli olduktan
sonra, peygamberle bağını koparıp, mü’minlerin yolundan başka bir yola saparsa, onu tercih ettiği o
yolda bırakır ve cehenneme sokarız. O ne kötü bir yerdir.'' peygamber ve müminlerin yolu olan islam-
dan sapmış ve cehenneme doğru yola çıkmıştır.

Şimdi aşağıda vereceğimiz misallerde Allahu tealanın kabul buyurup razı olduğu islamla alakası ol-
mayan islam anlayışını ve sözde müslümanlığı özetlemeğe, anlatmağa çalışacağız:

* Kuran ve sünnete tam bir teslimiyyetle teslim olmayan,anlaşmazlığa düştüklerinde kuranı ve sünneti
kendilerine hakem kabul etmeyen,cahiliye hükümlerini isteyen ve savunan bir islam anlayışı.

* '' Dini sadece Allaha haskılarak ona ibadetle emrolundum''(Zümer/11) ayeti kerimesine muhalif ola-
rak,dini Allahın istediği ve emrettiği şekilde kabul etmeyip,kendi heva ve heveslerine göre,bir kıs-
mını alıp,bir kısmını atan,bir kısmına inanıp,bir kısmını inkâr eden bir din ve islam anlayışı.

* ''Kim İslâm'dan başka bir din ararsa ondan asla kabul olunmaz ve o âhirette hüsrana uğrayanlardan-
dır.'' ayeti kerimesindeki açık ifadelere rağmen,islamı kabul etmemiş olan ehli-kitabı cennet ehli
olarak vasıflandıran,şeriatı ve hilafeti devletin temelinden ve icraatından kaldırmış olan islam düş-
manlarının ve onların yollarını takip eden mürted ve müşriklerin cenaze namazlarını kılıp,onlar hak-
kında istiğfarda bulunup rahmetle yad'eden,Allahın düşmanlarını dost edinen bir islam anlayışı.

*'' Hüküm vermek ancak Allah'a aittir; kendisinden başkasına değil, O'na tapmanızı emretmiştir. Bu,
dosdoğru dindir, fakat insanların çoğu bilmezler.” Yani Hüküm ancak Allah’a aittir.
Hâkimiyet Allah’a aittir. Allah’tan başka hiç kimsenin hüküm koyma hakkı, hâkimiyet yetkisi yoktur.
İşte bu ilahi emre ve ikaza rağmen,yaratanın ahkamına ve emirlerine kulak tıkayan,kendi kafasına
göre hükümler,kanunlar vaz eden ve dolayısıyla ilahlığa kolları sıvayan müşriklere alkış tutan,onları
o mevki ve meclislere gönderen,reyi'ile,parasıyla ve say'u gayretiyle destekleyen bir islam anlayışı.

* Ve nihayet;'' Kim Allahın indirdikleriyle hükmetmezse işte onlar kafirlerin ta kendileridir.'' ( Maide/
44-45-47) ve benzeri ayetleri hiçe sayarak,batıdan taşıma insan kafasının mahsulu kanunlarla hükmet
melerine rağman kendilerini müslüman kabul edenlerle,yine Allahın şeriatını anayasa olarak kabul
etmeyen şeriat düşmanlarını hâlâ müslüman kabul eden ve alkışlayan,sahib çıkan bir islam anlayışı.

--'' Ya rabbi, sen şahid olki biz bütün bunları,benzeri şirk ve küfürlerini red'edip inkar ediyoruz.''
'' Allah'ım! Bize imanı sevdir ve onu kalplerimizde süsle. Bize küfrü, fasıklığı ve isyanı çirkin göster ve bizi doğruyu bulanlardan kıl.
''Allah'ım! Bizim müslüman olarak ruhumuzu kabzet, müslüman olarak dirilt. Bizi bedbahtlara değil de salihlere ilhak eyle.'' - Allahümme Amin -
م٠هارون ابوانصار العينتابي
M.Harun ebu Ensar el-ayıntabi
9 Safer 1432 h./ 14 Ocak 2011 m.

Montag, 10. Januar 2011

Cihad ve Mahiyeti

بسم الله الرحمن الرحيم


يَآاَيُّهَا الَّذِينَ اَمَنُوا هَلْ اَدُلُّكُمْ عَلَى تِجَارَةٍ تُنْجِيكُمْ مِنْ عَذَابٍ اَلِيم* تُؤْمِنُونَ بِاللهِ وَرَسُولِهِ وَتُجَاهِدُونَ
فِى سَبِيلِ اللهِ بِاَمْوَالِكُمْ وَاَنْفُسِكُمْ ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ * , يَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ
* وَيُدْخِلْكُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِى مِنْ تَحْتِهَا اْلاَنْهَارُ وَمَسَاكِنَ طَيِّبَةً فِى جَنَّاتِ عَدْنٍ ذَلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ

“Ey İnananlar! Sizi can yakıcı bir azaptan kurtaracak, kazançlı bir yolu size göstereyim mi? Allah’a ve peygamberine inanır, Allah yolunda canlarınızla, mallarınızla cihad edersiniz; bilseniz, bu sizin için en iyi yoldur.Böyle yaparsanız, Allah günâhlarınızı size bağışlar, sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerinde hoş yerlere koyar. Büyük kurtuluş budur.” < Saf/ 10-11-12 >

Ayeti kerimelerin nuzul sebebi;
"Ey iman edenler! Sizi çok acıklı bir azaptan kurtaracak bir ticareti size göstereyim mi?" buyruğu hakkında Mukatil dedi ki: Âyet Osman b. Maz'un hakkında İnmiştir. Şöyle ki; o Rasûlııllah (sav)'a dedi ki: Bana izin versen de Havle'yi boşasam, rahibliğe yönelip kendimi bulsam, et yemeyi kendime haram kılsam, geceleyin hiçbir zaman uyumasam, gündüzün hiçbir zaman oruç açmasam. Bunun üzerine RasûluHah (sav) şöyle buyurdu: "Şüphesiz ki nikâh benim sünnetimdendir. İslam'da ruhbanlık yoktur. Ümmetimin ruhbanlığı Allah yolunda cihaddır. Ümmetimin burulması oruç tutmaktır. Allah'ın size helal kıldığı hoş şeyleri haram kılmayınız. Benim sünnetimden olmak üzere ben uyurum, namaz kılarım, oruç açarım, oruç tutarını. Kim benim sünnetimden yüz çevirecek olursa, benden değildir." Bu sefer Osman şöyle dedi: Ey Allah'ın Peygamberi, Allah'a yemin ederim ki Allah'ın en sevdiği ticaretin hangisi olduğunu bilmeyi çok isterdim. Böylelikle ben de o ticareti yapardım. Bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.
Yüce'Allah'in: "Göstereyim mi" buyruğunun göstereceğim anlamında olduğu söylenmiştir.
"Ticaretden kasıt, cihaddır. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmuştur; "Şüphesiz Allah mü'minlerden canlarını ve mallarını... satın almıştır." (et-Tev-be, 9/111) Bu bütün mü'minlere yönelik bir hitaptır. Kitab ehline yönelik olduğu da söylenmiştir.

el-Kelbî dedi ki: Mü'minler Ey Allah'ın Rasûlü dediler. Şayet bizler Allah'ın hangi ameli daha çok sevdiğini bilseydik, biz de o işi yapmaya daha çok koşardık. Bunun üzerine: "Sizi çok acıklı bir azaptan kurtaracak bir ticareti size göstereyim mi?" (es-Saf,10) buyruğu nazil oldu. Bir süre böylece beklediler ve bu arada şöyle diyorlardı: Bu ticaretin ne olduğunu bilseydik, elbetteki onu mallarımızı, canlarımızı, eşimizi, dostumuzu feda ederek satın alırdık. Yüce Allah bu ticareti onlara: "Allah'a veRasûlüne iman edersiniz, mallarınızla, canlarınızla Allah'ın yolunda cihad edersiniz" âyeti ile gösterdi.'' < Bak,İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an >

كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِتَالُ وَهُوَ كُرْهٌ لَكُمْ وَعَسَى اَنْ تَكْرَهُوا شَيْئًا وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْ وَعَسَى اَنْ تُحِبُّوا شَيْئًا
Bakara/ 216 * وَهُوَ شَرٌّ لَكُمْ وَاللهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لاَ تَعْلَمُونَ

''Hoşunuza gitmediği halde, cihâd üzerinize farz kılınmıştır. Bir şey hoşunuza gitmediği halde sizin için hayırlı olabilir. Bir şey de hoşunuza gittiği halde sizin için kötü olabilir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.''
Cihâd Farizası
Allah Teâlâ düşmanların şerrini İslâm diyarından defetmek için, müslümanlara cihadı farz kılmıştır. Zührî der ki, cihâd ister savaşsın, ister otursun, herkese vâcibtir. Oturan kendisinden yardım dilendiği zaman yardım etmek, imdat istendiği zaman imdada koşmak; savaşa katılması bildirildiği zaman savaşa gitmek zorundadır. Eğer kendisine ihtiyâç duyulmazsa ancak o zaman oturabilir.
Ben derim ki; (İbn Kesîr) Sahîh hadîste sabit olduğuna göre Rasû-lullah (s.a.) şöyle buyurmuştur :
«Kim savaşmadan veya kendini savaşa hazırlamadan ölürse câhiliyyet ölümüyle ölür.» Rasûlullah (s.a.) Mekke'nin fethi günü de şöyle buyurmuştur: «Fetih gününden sonra hicret yoktur. Yalnızca cihâd ve niyet vardır. Siz savaşa çağırıldığınız zaman savaşa koşun.»
«Hoşunuza gitmez ama» sizin için zor ve meşakkatli bir iş olmakla beraber cihâd üzerinize farz kılınmıştır. Savaş hoşa gitmez. Çünkü savaşta öldürülmek ve yaralanmak olduğu gibi, düşmanlarla didişmek ve yolculuğa katlanmak zarureti vardır.
«Bir şey hoşunuza gitmediği halde sizin için hayırlı olabilir.» Savaş sizin için hayırlı olabilir. Çünkü ardından düşmanlara karşı zafer ve gâlibiyyet gelir. Onların ülkelerini, mallarını, çoluk-çocuklarını elde etmek mümkün olur. «Bir şey de hoşunuza gittiği halde sizin için kötü olabilir.» Bu her konuda böyledir. Dolayısıyla hüküm umûmîdir. Kişi bazan bir şeyi sever; ancak o şey kendisi için faydalı ve hayırlı olmaz. Savaşa gitmeyip oturmakta bu şekildedir. Arkasından düşmanın ülkeyi istilâsı ve idareyi ele geçirmesi mümkün hale gelir. «Allah bilir, siz bilmezsiniz.» O sizin hakkınızdaki her şeyi en iyi bilendir. Sizin dünyanız ve âhiretiniz için neyin daha faydalı olduğunu en iyi o bilir, öyleyse onun buyruğuna uyarak emrine icabet edin ki doğru yolu bulmuş olasınız. < Tefsiri İbni Kesir (r.lh) >

''Bu âyet-i kerime. Allanın dinini yeryüzüne hakim kılmak için müminlerin, her türlü zorluğuna rağmen cihad etmelerinin gerekliliğini beyan etmektedir.'' < Tefsiri İmam Taberi (r.lh)>

* وَقَاتِلُوهُمْ حَتَّى لاَ تَكُونَ فِتْنَةٌ وَيَكُونَ الدِّينُ كُلُّهُ لِلَّهِ فَاِنِ انْتَهَوْا فَاِنَّ اللهَ بِمَا يَعْمَلُونَ بَصِيرٌ

'' Hiçbir fitne kalmayıncaya ve din tamamıyle Allah'ın oluncaya kadar onarla savaşın. Eğer vazgeçer-
lerse, muhakkak ki Allah onların ne yaptıklarını iyice görür.'' < Enfal-39 >

Ayeti kerime hakkında;

Ey müminler, kâfirlerle savaşın ki ortada şirk kalmasın, sadece Allah'a kulluk edilsin. Allah'ın kulları fitneye düşmekten kurtulsun. Yeryüzünde sadece Allah'ın dini hakim olsun. Eğer kâfirler, Allaha ortak koşmaktan ve onu inkâr etmekten vaz geçer de hak dine dönerlerse şüphesiz ki Allah,onların yaptıkları nı çok iyi görendir. Kullarının yaptıklarından hiçbir şey ona gizli değildir.Âyet-i kerimede zikredilen
"Fitne"den maksat, Allah'a ortak koşmak ve inkarcılığa düşmektir. Allah Teala âyet-i kerimede müminlerin, dinlerinden çıkarılıp şirke ve inkara düşürülmemeleri ve sadece Allah'a ibadet etmeleri ve onu birlemeleri için savaşmaları emredilmiştir. < Tefsiri İmamı Taberi(r.alh) >

Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Bana, lâilâhe illallah deyinceye kadar, insanlarla savaşmak emredildi, Eğer inkârdan vazgeçip de müslüman olurlarsa, bilsinler ki Allah, onların kalplerini bilir. Tevbe etmeleri ve müslüman olmalarına karşılık Allah onlara sevap verecektir.'' < Buhari >

Bu Ayeti kerime hakkında merhum Şehid tefsirinde;
- Bu önemli hedefin gerçekleşmesi için de iki temel faktör gereklidir:
Birincisi: Bu dini benimseyen, insanın egemenliğinden kurtulduklarını ilan eden, sadece Allah'a kul olmakla her çeşit ve her şekliyle kula kulluktan kurtulanlara yönelik baskı ve işkenceleri bertaraf etmektir. Bu da şu evrensel bildiriye inanan, onu realiteler dünyasında uygulayan, bu dine inananlara işkence ve zulüm uygulamakla ya da bu dini benimsemek isteyenlere çeşitli baskı, zorlama ve propaganda yöntemleriyle engel olmaya çalışmakla azgınlaşan tağutlarla cihad eden mü'min bir önder- liğin yönetiminde hareket eden organik bir yapıya sahip mü'min bir kitlenin varlığıyla mümkün olur.
İkincisi: Her ne şekilde olursa olsun, insanın insana kulluğu esasına dayanan tüm güçleri yeryüzünden silmektir. Bu da birinci hedefin yani bütün yeryüzünde yüce Allah'ın tek ve ortaksız ilahlığını ilan etmenin garantisidir. Böylece bütün insanlar sadece Allah'a boyun eğmiş, onun dinini din edinmiş olurlar. Din kelimesi burada Allah'ın otoritesine boyun eğmek anlamındadır, soyut bir inanç değil.
< Fizilalil-Kurani / Seyyid Kutub >


AYETİ KERİMELERDEN ALINACAK DERSLER / CİHADIN SEBEBLERİ VE KISIMLARI




1-Saf/10-12 de, Allahu teala bizlere kazançların en hayırlısını,ticaretin en hayırlısını,elem verici azab-
tan kurtulmanın ve nihayet mağfiret olunup altlarından ırmaklar akan adn cennetine gire bilmenin
en kısa ve en hayırlı yolun; kendisine ve resuluna imandan sonra yine kendi yolunda canla ve mal-
la cihad etmek olduğunu çok açık ve net ifadelerle beyan buyurmaktadır.Tefsirlerde'de ifade edildiği
gibi,buradaki ticaretden maksat cihad'tır.Zira ayeti kerimede'' Şüphesiz Allah mü'minlerden canlarını . ve mallarını cennet mukabilinde satın almıştır." (et-Tevbe,111) buyurmaktadır.
Allahın resulu (s.a.v) şöyle buyurur:''Şüphesiz Allah yolundaki birinizin (yaptığı cihad) fazileti,
evindeki yetmiş yıl namazından daha ef-daldir. Allah'ın sizi bağışlamasını ve Cennetine koymasını
istemez misiniz? Allah yolunda cihad ediniz. Devenin iki süt arası müddeti kadar Allah yolunda
savaşanlara Cennet vacip olmuştur. < Tirmizi Cihad: 17. Sahih hadis. >


2- Cihad, güç ve meşakkat manasına gelen «cehd»den türemiştir.Yani güc ve kuvvet sarf etmek,meşek-
katlere katlanmak,didinip yorulmak manalarına gelmektedir.Ayeti kerimede;'''Hoşunuza gitmediği
halde, cihâd üzerinize farz kılınmıştır.'' ifade buyrulurken savaşın beraberinde getireceği meşakkatler
lerden dolayı insanın bundan hoşlanmadığına işaret edilmektedir.Ancak İmamı Taberi'ninde ifade et-
tiği gibi,bu âyet-i kerime, Allanın dinini yeryüzüne hakim kılmak için müminlerin, her türlü zorlu-
ğuna rağmen cihad etmelerinin gerekliliğini beyan etmektedir. Daha sonra bilinmesi gereken şeyler-
den biriside cihadın kısımları -çeşitler-dir.Başlıca üç kısıma ayrılır: Hadisi şerifte şöyle buyrulur;

''Enes b. Malik'den rivayet olunduğuna göre Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Müşriklere karşı
mallarınızla canlarınızla ve dillerinizle savaşınız." - Ebu Davud- Diğer bir hadistede şöyle buyrulur

“Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle
değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki, bu imanın
en zayıf derecesidir.” .... ( Müslim, Îmân 78. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 11; Nesâî, Îmân 17 )


3- Enfal/39 da rabbimiz adeta cihad hakkında varid olan tüm ayet ve hadislerin hulasasını bir ayeti keri
mede ifade buyurmaktadır:'' Hiçbir fitne kalmayıncaya ve din tamamıyle Allah'ın oluncaya kadar
onlarla savaşın.''Dolayısıyla Allahın dinini yeryüzüne hakim kılmak,şirki tamamıyla ortadan kaldır-
mak için yapılacak cihadın,en büyük cihad olduğu beyan buyrulmaktadır.Rasulullah şöyle buyurur:

“ Kıyametin kopmasına yakın kılıçla gönderildim. Ta ki sadece Allah’a ibadet edilsin ve O’na ortak
koşulmasın.” < Ahmed ibni Hanbel>

Yine resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Bana, lâilâhe illallah deyinceye kadar, insanlarla savaşmak emredildi, Eğer inkârdan vazgeçip de müslüman olurlarsa, bilsinler ki Allah, onların kalplerini bilir. Tevbe etmeleri ve müslüman olmalarına karşılık Allah onlara sevap verecektir.'' < Buhari >


4- Dünyanın her hangi bir ülkesinde,saldırıya, gasb ve zulume uğramış müminlerin cihadlarına ,diğer
müminlerin imkanları nisbetinde (bizzatihi,madden,manen)katımaları destek olmaları farzı-ayındır.


'' Size ne oluyor da; “Rabbimiz! Bizi halkı zalim olan bu şehirden çıkar, katından bir sahib çıkan
gönder, katından bize bir yardımcı lütfet.” diyen erkekler, zavallı çocuklar ve kadınlar uğrunda ve
Allah yolunda savaşmıyorsunuz?” < Nisa/75 >

5-Bu gibi durumların yanısıra ,müslümanlara yapacakları davete ve tebliğe enyakınlarından başlanması
ayeti kerimede buyrulduğu gibi,yine şerri,şirk ve zulmü bertaraf etmeğe ortadan kaldırmayada en ya-
kınından,yaşadığı ve ikamet ettiği beldeden başlaması gerekmektedir.Yani Tağutlardan,mürtedlerden.


''Ey İman edenler Kâfirlerden size yakın olanlarla savaşın.Sizi kendilerine karşı sert bulsunlar.''Tev.123


Allah, mü'minlere ne şekilde cihad edeceklerini göstermekte ve düşmanlarından yakınlık sırasına göre
başlamaları gerektiğini bildirmektedir. ez-Zevahiri şöyle der: “Allahu Teala, fitne kalmayınca ya ve din tamamen kendisinin oluncaya kadar, kafirlerle savaşılmasını mü’minlere farz kılmıştır. Fitne ise, şirktir.Şirkin, günümüzde ortaya çıkmış olan en belirgin biçimi, bazı insanların kendilerini Allahu Teala dışında ilahlar ilan etmeleri,insanlar için kanunlar belirlemeleri ve bu kanunlar ile Allah’ın Kitabı’na
ve Rasulü’nün sünnetine karşı çıkmalarıdır. Bu nedenle güç yetire bilen her Müslümanın, bu yöneti- cileri ortadan kaldırmak için eliyle, diliyle ve malıyla cihad etmesi gerekir.
Cihada, Müslümanlara en fazla eziyet veren tağutlardan başlanır ve bu sıra takip edilir.''.



6- Günümüzde islam adına ortada dolaşan;

İnsanları nefis tezkiyesine davet ettiklerini iddia etmek
maskesi altında şirk,bidat ve hurafelerle dolu devrişlik morfiniyle adeta uyuşturup cihad ruhundan
yetmişyıl uzaklara taşıyan ve yetmezmiş gibi birde zalim ve tağutlara itaata davet eden bazı ekmekci
sofilerin,yine ellerine geçirdikleri Prof'luk ve Doçentlik vs.diplomalarının gölgesinde meydanlarda,
basın ve medyalarda kuranı ve sünnetleri inkar veya tahrifi eylem ve çalışmalarını sergileyen ancak
düzenin şirkinden veTağutluğundan asla bahsetmedikleri gibi tam aksine itaata ve desteğe davet eden
Bel'amların,veyine üç kuruşluk dünya menfaatına mukabil din ve imanlarını satan,mürtedlerin,müşrik
lerin avukat ve tellallığını yapan,mescidlere gelen insanlara kuranı ve tevhidi hakikatları anlatmak ye-
rine onları şirkin ve küfrün kucağına itmekle zulum ve ihanet eden sistemin sahte hocalarının, ve niha
yet kendilerini selefi müslümanlar olarak isimlendiren ve takdim eden,bid'at,hurafe ve şirkle mucade-
le eden !! fakat enbüyük bid'at ve şirk olan;Allahın (cc) indirdiği kitabıyla hükmetmeyip,kendi kafala-
rından çıkardıkları ve uydurdukları kanunlarla hükmeden tağutların bu yaptıklarının kafirlik olmadığı-
nı,sadece günah olduğunu iddia edenler ve dolayısıyla henüz kendileri şirk ve tevhidi anlayamamış
olan,bundan dolayıdırki cihad'tan asla bahsedemeyen, işte bu ve yukarıdan aşağıya doğru zikretmekte
olduğumuz gurupların şerlerinden Allahu tealaya sığınırız.Muvahhid müminleri buhususta uyanık ve
dikkatli olmağa davet ederiz.Kendileri içinde Allahtan hidayetler dileriz.

Hakimi ve Kadiri mutlak olan rabbimizden dua ve niyazımız,bizleri dini uğrunda,kendi yolunda cihad eden ve bu yolda şehadet şerbetini içen salih ve bahtiyar kullarından eylesin. Allahümme Amin.


Allahın resulu (s.a.v) buyurduki;

“ Kıyametin kopmasına yakın kılıçla gönderildim. Ta ki sadece Allah’a ibadet edilsin ve O’na ortak
koşulmasın.” < Ahmed ibni Hanbel>

م٠هارون ابوانصار العينتابي
M.Harun ebu Ensar el-Ayıntabi

Mittwoch, 29. Dezember 2010

Kafirleri tekfir etmeyenlerin hükmü

Kâfiri Tekfir Etmeyen Veya Onun Küfründen Şüphe Eden Kâfir Olur
Şerhini yapacağımız bu kural tekfir kaidelerinin sonuncusudur. Bir önceki bölümde şer‘î bir gerekçeye dayanmaksızın müslümanı tekfir etmenin ne kadar tehlikeli bir iş olduğundan bahsetmiştik. Bu bölümde ise açıkça küfre düşen kimseleri tekfir etmemenin ne denli büyük bir yanlış olduğundan bahsetmeye çalışacağız.
Malum olduğu üzere dinimiz bizlere her şeyi yerli yerine koymayı emretmiştir. Bir şeyi hak ettiği yerden başka bir yere koymanın adı İslam’da zulümdür. Zulüm ise Allah tarafından sevilmeyen bir davranıştır. Allah bir insana Müslüman hükmünü vermişse, bizim o insana başka bir isim takmamız ona karşı yapılmış bir zulümdür. Aynı şekilde Allah bir insana kâfir hükmü vermişse, bizim kalkıp o insanı başka bir isimle tesmiye etmemizde zulüm kapsamına girmektedir. Bu nedenle varlıkları Allah’ın isimlendirdiği şekilde isimlendirmemiz bizlerin temel vasfı olmalıdır. Her hak sahibine hakkını vermeli ve asla insanları hak etmedikleri isimlerle isimlendirmemeliyiz. Aksi halde hem onlara hem de kendimize haksızlık etmiş oluruz.
“Kâfiri tekfir etmeyen veya onun küfründen şüphe eden kâfir olur” şeklinde zikrettiğimiz bu kaide, şer‘î delillerin ortaya koyduğu sahih bir kaidedir. Şimdi bu kaidenin delillerini zikredelim.
1-) Rabbimiz şöyle buyurur:
“Deki, ey kâfirler!” (Kâfirun, 1)
Bu ayeti kerimede Rabbimiz, elçisi Hz. Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’e kâfirleri küfürleri ile vasıflandırmasını emretmiştir. Aslı itibarı ile buradaki hitabın muhatapları Mekkeli müşrikleredir. Allah celle celâluhu, peygamberi Hz. Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’e “De ki ey Kureyşliler!” veya “De ki ey Mekkeliler” demesini emretmemiş, aksine onlara hak ettikleri küfür vasfı ile hitap etmesini emir buyurmuştur. Usul ilminde bilindiği üzere aksi bir karine olmadığı sürece emirler farziyet ifade eder, burada da aksini ifade eden bir karine yoktur. Dolayısıyla Hz. Peygamberin onlara bu şekilde hitap etmesi farz olmuştur.
Yine usul ilminde bilindiğine göre tahsis ifade eden bir karine olmadığı sürece Rasûlullah’a hitap aynı zamanda ümmetine de hitaptır. Yani O, ne ile mükellef ise ümmeti de aynı şeyle mükelleftir. Ancak Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’e has olduğu bildirilen şeyler bundan müstesnadır. Burada da tahsis ifade eden bir şey olmadığına göre ümmetinin de bu emre dâhil olduğu kesinleşmiş olur.
Ayet-i kerimenin Arapça metninde yer alan “gul” lafzı Türkçede “söyle, bildir, haykır, ilan et” gibi manalara gelmektedir. Yani onların “kâfir” olduklarını de, bildir, söyle, ilan et” demektir. Allah’ın Rasûlü’de bu emri yerine getirmiş ve Mekkeli müşriklere bu ifadelerle hitap etmiştir.
Hatırlanacağı üzere kitabın giriş bölümlerinde Utbe b. Rebîa ile Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem arasında geçen bir konuşmayı nakletmiştik. Olay şu şekildeydi:
Utbe b. Rebîa Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’e gelerek: “Ey kardeşimin oğlu! Sen aramızda bildiğin (gibi değerli bir) konumdasın. Ama kavmine öyle bir şey getirdin ki bununla onların birliğini bozdun, akıllılarını aptallıkla suçladın, ilâhlarını ve dinlerini kötüledin ve babalarını tekfir ettin. Şimdi beni dinle sana bir takım tekliflerde bulunacağım...” demişti.1
Yine, Hz. Ebu Bekir’in Müslüman olmadan önce Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem ile arasında geçen bir konuşmayı aktarmıştık. İbn-i İshak’ın naklettiğine göre olay şu şekilde cereyan etmişti: “Hz. Ebu Bekr, Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem ile karşılaşır ve ona ‘Ey Muhammed! İlahlarımızı terk ettiğin, akıl(lı)larımızı aptallıkla suçladığın ve babalarımızı tekfir ettiğine dair Kureyş’in söyledikleri doğru mudur?’ der. Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’de ona bunun doğru olduğunu anlatır…”2
Bu ve benzeri rivayetlerden anlaşıldığına göre Allah’ın Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem daveti esnasında hiçbir taviz vermemiş ve gerek Mekke’nin önde gelenlerini ve gerekse atalarını çok sarih ifadelerle tekfir etmişti. Rasûlullah’ın onları tekfir ettiği o kadar şöhret bulmuştu ki, bu artık dillerden dillere dolaşır olmuştu. Mekke’nin önde gelenleri Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’in çok değerli bir konumda olduğunu kabul etmekle birlikte bu hareketi ona yakıştıramamışlar (!) ve kendilerince onu vazgeçirme çabası içerisine girmişlerdi.
Bu gün bazı çevrelerin “Allah’ın Rasûlü hiç, bir insana kâfir demiş midir?” şeklinde sıkça dile getirdikleri şüphenin cevabını Kâfirûn Suresine ilişkin yapmış olduğumuz değerlendirmeleri ve sonrasında yer alan rivayetleri okuyan değerli okuyucuların insafına bırakıyorum.
2-) Rabbimiz şöyle buyurur:
“Gerçekten İbrahim’de ve beraberindeki müminlerde sizin için çok güzel bir örnek vardır. Hani onlar kavimlerine ‘Biz hem sizden hem de Allah’ın dışında ibadet ettiğiniz şeylerden uzağız. Biz sizi tekfir ettik.3 Bir olan Allah’a iman edinceye kadar bizimle sizin aranızda ebedi bir düşmanlık ve kin baş göstermiştir’ demişlerdi.” (Mümtahine, 4)
Burada da bizler için “çok güzel bir örnek” olarak takdim edilen bir peygamberin, tekfiri hak eden kavmine karşı takınmış olduğu tavrı ile karşı karşıyayız. Hem o hem de yanında ki müminler hak ettikleri için onları tekfir etmiş ve bu tavır bize “çok güzel bir örnek” olarak sunulmuştur.
Küfrü kesin olan kimseleri tekfir etmek imanın bir gereğidir. Küfründe iki akıl sahibi insanın dahi ihtilaf etmeyeceği kimseleri tekfir etmede duraksayanlar henüz imanın kendilerinden ne istediğini anlayamamış kimselerdir. İman her hak sahibine hak ettiği hükmü vermeyi gerektirir.
Konumuzun detayına geçmeden önce burada bir hatırlatmada bulunmanın yararlı olacağını düşünüyorum. Biz “Kâfiri tekfir etmek gereklidir” dediğimizde bununla birilerinin zannettiği gibi insanların yüzlerine karşı sürekli “kâfir, kâfir, kâfir” demeyi kastetmiyoruz. Bu ancak Hz. İbrahim örneğinde olduğu gibi istisnaî durumlarda, şartların gerektirmesi sonucu olabilir. Bizim bu söz ile asıl kastettiğimiz; tekfiri hak eden insanlara karşı bunun gerektirdiği ahkâmı icra edebilmektir. Yani namaz kıldırdıklarında arkalarında namaza durmamak, evlendirecek kızımız olduğunda onlara vermemek, öldüğünde cenazelerine gitmemek ve benzeri şeylerde Müslümanlara uyguladığımız hükümleri onlara uygulamamaktır. Bu nokta önemlidir; buna dikkat edilmesi gerekir.
Kâfiri Tekfir Etmeyen Kimsenin Küfründeki İllet
Kâfiri tekfir etmemek küfürdür. Said Havva der ki:“Kâfiri tekfir etmeyen ve onun küfründe şüpheye düşen kimse kâfir olur.”4 Kadı Iyaz der ki: “Kim Yahudi, Hıristiyan ve Müslümanların dinini terk edenlerden birisini tekfir etmez, onların tekfirinde duraksar veya şüphe ederse kâfir olur.”5
Biraz sonra ilim ehlinin bu kaideye ilişkin sözlerini nakledeceğiz. Bu iki imamın sözlerinden de anlaşıldığı üzere küfrü sarih olan bir kâfiri tekfir etmeyen, onun tekfirinde duraksayan ya da şüphe eden kimse onlar gibi küfre girer. Onun küfre girmesinin illeti/gerekçesi ise şudur: Bu kimse varlıkları hak ettikleri isimden başka bir isimle adlandırmış ve eşyaya Allah’ın verdiği hükümden başka bir hüküm vermiştir. Allah ve Rasûlü bir kimse için “Bu kâfirdir” dedikleri halde o böylesi bir kimse için aynı ismi takmayarak Allah’ı ve Rasûlünü yalanlamış olur. Bu ise küfrün ta kendisidir. Abdulmun‘im der ki:
“Kâfiri tekfir etmeyen kimsenin küfre girişinde ki illet, onun, varlıklara şeriatın taktığı isimlerden başka isim takması ve onlara Allah’ın verdiği hükmün hılafına hüküm vermesidir. Şöyle ki; böyle birisi küfrü ve şirki iman, düşmanlığı hak eden kâfir ve müşrikleri de dost edinilmesi vacip olan Müslüman kabul etmiştir. Bu ise o kişinin Allah’ı tenkit etmesi, hükmünü reddetmesi ve -her ne kadar kendisi bunu yalanlama ve inkâr olarak değerlendirmese de- Allah’ın emrettiği şeyleri yalanlayıp inkâr etmesi manasına gelir. Bu hiç kuşku yok ki, açık bir küfür, sarih bir yalanlamadır.”6
Evet, Allah’ın kesin olarak kâfir diye adlandırdığı birisini tekfir etmemek Allah’ı yalanlamak demektir. Örneğin birisi “Ben Firavun’a kâfir diyemem” dese bu insan Allah’ın Kur’an’da Firavun’un küfrüne dair indirmiş olduğu ayetleri inkâr etmiş demektir. İşte bunun gibi bu günde tıpkı Firavun misali küfürde önder olmuş kimseleri tekfir etmeyen kimseler Allah’ın Kur’an’da ifade buyurduğu birçok nassı yalanlamış olmaktadır. Her ne kadar kendileri bunu kabul etmese de bu, yalanlamadan başka bir şey değildir.
Âlimlerin Bu Kaidenin Sıhhatine Dair Söylemiş Oldukları Sözler
Burada bazı âlimlerin konuya ilişkin sözlerini nakletmenin faydalı olacağını düşünüyorum. Ta ki bu sayede mesele hakkında şüphesi bulunanların şüpheleri zail olsun.
Araştırmalarımız neticesinde 42 farklı müellifin bu kaideyi kitaplarına yerleştirdiğini ve kaidenin sıhhati üzerinde söz söylediğini gördük. Hatta akaitle alakalı meselelerde âlimlerin icma‘ ettiği hususları kaleme alan Şeyh Velid b. Raşid es-Sueydân “el-İcmau’l-Akdî” adlı eserinde bu kaide üzerinde İslam âlimlerinin icma‘ ettiğini belirtmiştir. Şimdi burada bazı âlimlerin sözlerini naklederek konumuza devam edelim.
Kadı Iyaz der ki: “Kim Yahudi, Hıristiyan ve Müslümanların dinini terk edenlerden birisini tekfir etmez, onların tekfirinde duraksar veya şüphe ederse kâfir olur.”7
Kadı Iyaz bir başka ibaresinde şöyle der: “Biz, İslam dininden başka dinlere mensup olan kimseleri tekfir etmeyenleri veya onlar hakkında kararsız kalıp duraksayanları ya da şüphe edenleri yahut onların yollarının (dinlerinin) doğru olduğunu kabul edenleri tekfir ederiz. Böyleleri -her ne kadar Müslüman olduğunu ortaya koysa, İslam inancını kabul ettiğini söylese ve İslam’ın dışındaki tüm yolların/dinlerin batıl olduğuna inansa da- içindeki inancın hilafını ortaya koyduğu için kâfir olmuş olur.”8
İmam Nevevî der ki: “Kim, İslam dininden başka dinlere mensup olan kimseleri tekfir etmez veya onları tekfir etme hususunda şüpheye kapılır ya da onların yollarının (dinlerinin) doğru olduğunu kabul ederse Müslüman olduğunu ortaya koysa veya İslam inancını kabul ettiğini söylese dahi yine de kâfir olur.”9
Ebu Batîn der ki: “Âlimler Yahudi ve Hıristiyanları tekfir etmeyenin veya onların küfründen şüphe edenlerin kâfir olacağı hususunda icma‘ etmişlerdir.”10
Velid b. Raşid es-Sueydân der ki: “Âlimler kâfir ve müşrikleri tekfir etmeyen, onların küfründen şüphe eden veya onların yollarını doğrulayan kimselerin kâfir olacakları hususunda icma‘ etmişlerdir.”11
Abdullah el-Eserî der ki: “Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat âlimleri muayyen bir müslümanı tekfir etmekten sakınmış ve ilimsizce bir müslümanın tekfirine yönelmenin çok tehlikeli bir iş olduğunu beyan etmişlerdir. Şu kadar var ki, onların bu tavrı şer‘î şartlar çerçevesinde küfrü sabit olan kimselere küfür hükmü vermekten alıkoymamıştır. Şer‘î nasslar küfür ameli işleyen veya küfür sözü söyleyen bir kimsenin tekfir edilebileceğini gösterdiği için onlar Allah ve Rasûlünün tekfir ettiği kimseleri tekfir etmekte asla tereddüt etmemişlerdir. Hatta öyle ki, kâfiri tekfir etmeyi inanç esaslarının temellerinden kabul etmişler ve kâfiri tekfir etmeyenin veya onun küfründe şüphe edenin kâfir olacağına hükmetmişlerdir. Onların kâfir ve müşriklerin tekfirine böylesine ihtimam göstermesi heva ve heveslerinden kaynaklanmamaktadır. Onlar bununla ancak Allah’a kulluğu, velâ ve berâ akidesini yerine getirmeyi amaçlamışlardır…”12
Ali b. Nâif der ki: “Yahudi, Hıristiyan ve Putperestler gibi Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in getirdiği dine girmeyen kimselerin kâfir olduğuna inanmak, onları kâfir diye adlandırmak, onların Allah’ın, Rasûlünün ve müminlerin düşmanları, olduğuna ve cehennemde ebedî olarak kalacaklarına inanmak İslam’ın en temel asıllarındandır.”13
Yaptığımız bu nakillerden şerhini yapmaya çalıştığımız kaidenin sıhhati ve ulemanın bunun üzerinde ki ittifakı açığa çıkmış oldu.
Bir Uyarı
İzahını yapmaya çalıştığımız bu kaide her kâfiri tekfir etmeyenleri kapsamaz. Her kâfiri tekfir etmeyene bu kaideyi getirip kalkan gibi kullanmak caiz değildir. Nerede bu kaide zikredilse mutlaka bir ayırıma gitmek gerekir. Kimileri vardır ki bir içtihada ya da bir tevile dayanarak tekfirden uzak durur. Kimileri vardır kâfirin küfrünü ve küfrünün niteliğini bilmez, bu nedenle de tekfirlerinden uzak durur. Kimileri de vardır bir engelden dolayı tekfirden sakınır. İşte böylesi ihtimallerden bu kaideyi umumileştirmek doğru değildir.
Bizim bu kaide ile kastettiğimiz; küfrü kesin olan ve küfründe aklıselim iki insanın ihtilaf etmeyeceği kimselerdir. Böylelerini tekfir etmeyenler Kur’an ve Sünnet nasslarını tekzip ettikleri için küfre düşerler. Kimin hali böyle ise bu kaideyi ona hamletmek caiz olur; aksi halde ayırıma gitmek ve konuyu detaylandırmak gerekir.
Burada Şeyh Ebu Hümam el-Eserî’nin zikrettiği şu güzel taksimata yer vermenin faydalı olacağını düşünüyorum. O, “el-Kevkebu’d-Durriyyu’l-Münîr” adlı eserinde şöyle der:
“Biz bu meseleyi şu şekilde özetleriz:
1) Kim vahyin kâfir addettiklerini tekfir etmezse kâfir olur.
Kim Şeytanı, Firavun’u, Haman’ı, Ebu Leheb’i, Ebu Cehil’i, Ebu Talib’i ve Kur’an ve Sünnette kâfir olduğu belirtilen kimseleri tekfir etmezse vahyi yalanladığı için kâfir olur.
2) Kim Yahudi, Hıristiyan ve Mecusiler gibi aslî kâfirleri tekfir etmezse kâfir olur.
Kadı Iyaz der ki: “Kim Yahudi, Hıristiyan ve Müslümanların dinini terk edenlerden birisini tekfir etmez, onların tekfirinde duraksar veya şüphe ederse kâfir olur.” (eş-Şifâ, 846)
3) Âlimlerin küfründe icma‘ ettiği kimseleri tekfir etmeyen kâfir olur.
Hafız Sehâvî, İbn-i Mukrî’nin “er-Ravd” adlı eserinin “riddet” bahsinde şöyle dediğini nakleder: “Kim Yahudilerin, Hıristiyanların ve İbn-i Arabî ve taifesinin tekfirinde tereddüt ederse kâfir olur.”
4) Şer‘î deliler sonucu insanlardan birisinin kâfir olduğunu gören sonrada onu tekfir etmekte duraksayan kimse kâfirdir.
Ebu Zer‘a er-Râzî der ki: “Kim Kur’an’ın mahlûk olduğunu zannederse yüce Allah’a karşı dinden çıkarıcı bir küfürle kâfir olmuş olur. Anlayış sahibi kimselerden kim de onun küfründe şüphe ederse o da kâfir olur.”14
İmam Tâvus, Haccac’ı tekfir eder ve onun kâfir olduğunu söylerdi. Seleften bazıları da onunla aynı görüşteydi.15 Buna rağmen o, Haccac’ı tekfir etmeyenlere şöyle derdi: “Irak’ta ki kardeşlerimize şaşırıyorum doğrusu! Onlar Haccac’ı “mümin” diye adlandırıyorlar!”16
İmam Tâvus Haccac’ı tekfir etmesine rağmen Irak’ta ona Müslüman diyenlere “kardeşlerimiz” diye hitap etmiş ve tekfir ettiği birisine mümin dedi diye karşıyı itham etmemişti. Bunun da nedeni Haccac’ın tekfirinde icma‘ olmamasıydı. Bu noktayı iyi anlamak gerekir. Aksi halde konular birbirine karışır, Müslümanlar birbiri ile anlaşmazlığa düşer.
Yahudi ve Hıristiyanları Tekfir Etmemek
Yaşadığımız dönemin en acı olaylarından birisi de kendisini İslam’a nispet eden bazı çevrelerin “Allah üçün üçüncüsüdür” diyen, O’na oğul isnat eden ve Hz. Muhammed’in peygamberliğini inkâr eden Yahudi ve Hıristiyanlarla inanç birlikteliklerinin (!) olduğunu savunmaları ve onların cennete gireceğini iddia etmeleridir. Bu gerçektende garip bir iddiadır. Tarihte böylesi bir söylemi ortaya atan hiçbir Rabbanî âlim olmamasına rağmen bu çevreler biraz önce atıfta bulunduğumuz garip inancı hararetle savunmakta ve bunun için gece-gündüz demeden çalışmaktadırlar.
Biz burada onların ortaya attıkları bu iddialara cevap verecek değiliz. Ancak onların böylesi bir inanca sahip olmaları kitabımızın konusu olması itibarı ile bizi ilgilendirmektedir. Dolayısıyla burada böylesi bir insanın İslam’a göre hükmünün ne olduğunun izah edilmesi gerekmektedir.
Tarih sayfasına adını kaydetmiş Sünnet ehli âlimlerinin tamamı Yahudi ve Hıristiyanların cehennemlik oldukları hususunda görüş birliği içerisindedirler. Bu noktada içlerinden farklı bir görüş öne süren birisini bilmiyoruz. Durum bu kadar kesin olmasına rağmen bu gün bazı çevreler ümmetin bu ittifakını göz ardı ederek Allah düşmanı olan Yahudi ve Hıristiyanları dost kabul etmekte hatta daha da ileri giderek cennetlik olduklarını bile söyleyebilmektedirler. Bırakın onları tekfir etmemelerini onların cennete gireceklerine inanmaları tehlikenin boyutlarını gözler önüne serme açısından son derece önemlidir. Bu noktada üstte yaptığımız nakillerden bazılarını burada tekrar hatırlatarak Yahudi ve Hıristiyanları tekfir etmemenin insanı dinden çıkaran bir amel olduğunu hatırlatmak isteriz.
Kadı Iyaz der ki: “Kim Yahudi, Hıristiyan ve Müslümanların dinini terk edenlerden birisini tekfir etmez, onların tekfirinde duraksar veya şüphe ederse kâfir olur.”17
İmam Nevevî der ki: “Kim, İslam dininden başka dinlere mensup olan kimseleri tekfir etmez veya onları tekfir etme hususunda şüpheye kapılır ya da onların yollarının (dinlerinin) doğru olduğunu kabul ederse Müslüman olduğunu ortaya koysa veya İslam inancını kabul ettiğini söylese dahi yine de kâfir olur.”18
Ebu Batîn der ki: “Âlimler Yahudi ve Hıristiyanları tekfir etmeyenin veya onların küfründen şüphe edenlerin kâfir olacağı hususunda icma‘ etmişlerdir.”19
Bu noktada daha birçok nakil zikretmek mümkündür. Ancak buna gerek yoktur; zira ümmetin tamamı bu hususta icma‘ ettiği için bir tek nakil bile meselenin hükmünü belirtme açısından yeterlidir. Bu gün bırakın onları tekfir etmeyi aksine onların cennet ehli insanlar olduğunu savunanlar tüm ulemaya göre kâfir olmuştur. Onların kâfir olmalarının nedeni ise Kur’an ve Sünnette yer alan nassları yalanlamaları ve geçici dünya menfaatleri karşılığında dinin hükümlerini satmalarıdır. Onların bu durumu ilimden birazcık nasibi olanlar için son derece açıktır. Allah’tan böyleleri için hidayet diliyor ve konumuzu burada sonlandırıyoruz.


Not;Bu yazıyı müslümanların uyanmalarına ve Bel'amlara karşı gereken tavrı ortaya koymalarına vesile olması temennisiyle buraya koyduk.

Dienstag, 28. Dezember 2010

Bid'atlar Delaletdir / Bidati-Hasene ?

بسم الله الرحمن الرحيم

لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِّمَن كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيراً
''Andolsun ki, sizin için, Allah'ı ve âhiret gününü ümid eden ve Allah'ı çokca anan kimseler için, Rasûlullah'ta güzel bir örnek vardır.'' Ahzab/21

Ayeti kerime hakkında;

Yüce Allah önceki âyetlerde Hendek savaşını ve bu savaşta cihada katılmamak ve katılmak isteyenleri kösteklemek suretiyle, imanla küfür arasında mütereddit kalan münafıkların tutumlarım anlatmıştı. Bu âyetlerde de, sabır, sebat, fedakârlık ve cihad hususunda Rasulullah (s.a.v.)'a uyulmasını mü'minlere emretti. < Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir >

Muhakkak ki Allah’a ve âhiret gününe inananlar için Allah’ın Resûlünde güzel bir örnek vardır.
Evet Rasûlullah efendimizin tüm hayatı bizim için en güzel bir örnektir. Çünkü Allah’ın Resûlü örnek kuldur, form dilekçedir. Allah bizden istediği kulluğu onun şahsında örneklemiştir. Size gönderdiğim bu elçim gibi bir hayat yaşayın buyurmuştur. Tabii Rasûlullah efendimizin örnekliği sadece kendi dönemi ashabını değil, kıyâmete kadar tüm mü’minleri bağlayacaktır.
Üsve, arkasından gidilecek, takip edilecek nümune-i imtisâl demektir. Evet Allah’ın Resûlü tüm sözlerinde, tüm fiillerinde, tüm ha-yatında mü’minler için takip edilmesi gereken bir örnektir.
< Besairul-Kuran/A.Küçük >

* فَاَمِنُوا بِاللهِ وَرَسُولِهِ النَّبِىِّ اْلاُمِّىِّ الَّذِى يُؤْمِنُ بِاللهِ وَكَلِمَاتِهِ وَاتَّبِعُوهُ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ.......

''Gelin Allah'a ve O'nun ümmi peygamberi olan elçisine inanın ki, o peygamber de Allah'a ve O'nun sözlerine inanmaktadır, O'na uyun(tabi olun) ki doğru yolu (Hidayeti) bulasınız!" Araf / 158

Ayeti kerime hakkında;

Evet Allah’a ve Allah’ın âyetlerine herkesten önce iman etmiş Allah’ın ümmî elçisine siz de inanın. O öyle bir elçi ki Allah’tan gelenlere iman etmiş.O peygambere tâbi olup, tüm hayatınızda onu izleyin. Onun peşini bırakmayın. Onun hayat tarzını, onun yaşam biçimini, onun mücâdele yöntemini, onun sünnetini çok iyi belleyip adım adım onu izleyin ki doğru yolu bulasınız, hidâyete eresiniz. Yolunuzu ona sorun, onun gösterdiği yoldan gidin ki sırat-ı müstakîmi ve cennet yolunu bulasınız, cehennem yollarından da sakınasınız. Çünkü bu yol üzerinde sapak noktaları vardır. Sırat-ı müstakîmden sağa sola sapan yollar vardır. Küfür yolları, şirk yolları nifak yolları gibi şeytanların yolları vardır ki bunların tamamı Rasulullah tarafından açıklanmıştır. Bu sapaklara düşmemek için sürekli Allah’ın kitabı ve Resûlünün sünnetiyle birlikte olmak zorundayız. < Besairul-Kuran/A.Küçük >

Merhum Seyyid Kutub, bu ayeti kerimenin tefsirinde şunları ifade eder;
''Son olârak Peygamberin benimsemeye çağırdığı imanın gereklerine dikkat çekmektedir. Buna göre imanın gereği, peygamberin emrettiği ve hüküm olarak belirlediği şeylere bağlılık göstermektir. Peygamberin izlediği yolu ve yaptığı işleri sahiplenmek ve O'nu izlemektir. Yüce Allah'ın şu sözü bunu ortaya koymaktadır:
"Ona uyunuz ki, doğru yolu bulasınız" Öyleyse, insanların hidayete kavuşmalarının tek yolu, Peygamberin -salât ve selâm üzerine olsun- kendilerini çağırdığı yola bizzat girmeleri ve bu yolda O'na uymalarıdır.'' < Fizilalil-Kurani/Şehid Seyyid Kutub >
AYETİ KERİMELERDEN ALINACAK DERSLER

1-Rabbimiz; '' Rasûlullah'ta (sizler için)güzel bir örnek vardır.'' buyurur.Bir diğer ayeti celilede''O'na
uyun(tabi olun) ki doğru yolu (Hidayeti) bulasınız!" buyurmak suretiyle ve benzeri ayeti kerimelerde
biz müminlere çok açık ve bariz ifadelerle hayatımızın her safhasında göndermiş olduğu şanlı pey-
gamberini kendimize önder ve örnek edinmemizi beyan buyurmakta'dır. Ve ancak böyle yaptığımız
takdirde hidayet,felah ve kurtuluşa erişe bileceğimizi bildirmekte'dir.

''Usve'' ifadesi; Arkasından gidilecek,adım adım takip edilecek numune ve örne ve örnek insan
manalarını içermekte'dir.

2-Binaen aleyh müminlere gereken ve elzem olan ,Allahın resulune tabi olmak,o şanlı peygamberin (s.-
a.v) gösterdiği yolda ve istikametde yürümek,onun hidayete götüren sünneti seniyyelerine dört elle
sarılıp temessük etmek'tir.Bu aynı zamanda imanın gereğidir.Zira sünnetleri basite almak,hiçe say-
mak,hayat proğramı olarak kubullenmemek, dinde ikinci kaynak olarak kabul etmemek küfür ve
zındıklık'tır.

3-Hal böyle olunca doğal olarak sünnetin zıddı ve tam aksi olan bidat ve hurafelerinde reddi ve inkarı
müminlere farz olmakta, imanlarının gereği olmakta'dır.Hiç şüphesiz dine sonradan sokuşturul maya
çalışılan Bid'at ve Hurafeler,çirkin ve Haram olmanın yanısıra, dini tahrif ve tağyir eden unsurlardır.
Bid'atlar vaz edip,bid'at ve hurafeler peşinde koşturan bid'atcılarda birer delalet ve sapıklık tellalları,
davetcileri'dirler.Ayeti kerimelerin yanısıra bir çok sahih hadislerde bid'at ve bid'atcılar yerilmiştir ;

عَنْ مَالِكٍ، أَنَّهُ بَلَغَهُ، أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ قَالَ : « تَرَكْتُ فِيكُمْ أَمْرَيْنِ، لَنْ تَضِلُّوا مَا تَمَسَكْتُمْ بِهِمَا :
* كِتَابَ اللَّهِ، وَسُنَّةَ نَبِيِّهِ
Resulu ekrem (s.a.v) buyurduki:" Size iki sey (emir) bırakıyorum,onlara sarıldığınız müddetce asla delalete düşmezsiniz;Allahın kitabı ve benim sünnetlerim." ( Imam Malik/Muvatta )

إياكم والمحدثات فإن كل محدثة ضلالة

Allah resulu (s.a.v):Sonradan ortaya çıkarılmış bid’atlardan şiddetle kaçınınız. Çünkü her bid’at
dalâlettir, sapıklıktır” buyurdular. < Ebû Dâvûd, Tirmizi, İbni Mâce >

وَعَنْ عَائِشَةَ رَضِيَ الله عَنْهَا قَالَتْ: قَالَ رَسُولُ الله ; مَن عَمِلَ عَمَلاً لَيْسَ عَلَيْهِ أَمْرُنَا فَهُوَ رَدّ

1- Âişe (r.anha)dan rivâyet edildiğine göre, Resûlullah (s.a.v)şöyle buyurdu:“Kim bizim bu dinimizde ondan olmayan bir şey ortaya çıkarırsa, o şey kabul edilmez.” Buhari ve Müslim
" فعليكم بسنتي وسنة الخلفاء الراشدين المهديين عضوا عليها بالنواجذ وإياكم ومحدثات
" الأمور فإن كل بدعة ضلالة *
Resulullah (s.a.v) "Sizin üzerinize gerekli olan, benim sünnetime ve doğru yolda olan Hulefâ-yi Râşidîn’in sünnetine sarılmanızdır. Bu sünnetlere sımsıkı sarılınız. Sonradan ortaya çıkarılmış bid’atlardan şiddetle kaçınınız. Çünkü her bid’at dalâlettir, sapıklıktır”  buyurdular.

Ebû Dâvûd, Sünnet 5; Tirmizi, İlim 16. Ayrıca bk. İbni Mâce, Mukaddime 6

بسم الله الرحمن الرحيم

BİD'AT NEDİR ? MANA,MAHİYET VE KISIMLARI < Muhtasar >



. الحمد لله وحده والصلاة والسلام على عبده ورسوله نبينا محمد وعلى آله وأصحابه ومن تبعهم باحسان إلى يوم الدين

Hiç şüphesiz müslümanlar arasında yüz yıllardan beri süregelen,hakkında birçok eser ve makaleler
yazılan,munakaşalar ve munazaralar yapılan,hakkında ifrat ve tefrite kaçılan konuların en önemlilerin-
den biriside Bid'at meselesidir.İnsanların bir kısmı Bid'atları reddetme ve sakındırma adına yaptıkları çalışmalarında;camilerin minarelerinin bidat olduğunu iddia etmek ve yakıp yıkmak,namazdan sonra elleri açıp Allahu tealaya dua etmenin bid'at ve hatta haram olduğunu iddia etmek gibi tutumlar sergile
mek suretiyle ifrata kaçmışlar. Müslümanları asi,ehli dalalet ve hatta müşriklikle itham etmişler'dir.
Sonra insanlardan diğer bir kısmıda bunların tam aksi olan tutum ve tavır sergilemek suretiyle;
Din adına,iyi niyyet maskesi altında,bid'atı-hasene maskesi altında dinde olmayan,şeriatın ahkamına muhalif bir çok bid'at ve hurafeler uydurmak suretiyle dini tahrif ve tağyire kalkışmakla tefrite kaçmış
lardır.Ortada bir hakikat varki; Dinde ifrat ve tefritin her ikiside delalet ve caiz olmayan bir tutumdur.

Bid'atın tarifi;

Lügatda bid'at; '' Geçmişte bir örneği olmaksızın yapılan şey'dir.'' (bak,Lisanul-arab)

İbni Hacer Askalani (r.alh);
''Bid'at,kelime anlamı itibariyle önceden bir örneği bulunmayan ve sonradan ortaya çıkarılan şeyler'dir.
Şeriatta ise sünnete karşıt anlamda kullanılır.''

İbni Receb Hanbeli (r.alh) ,Cami'ul Ulum vel Hikem'de;
'' Bid'at ile kastedilen,şeriatın temel kaynakları içinde, hakkında delil bulunmayan yenilikler'dir.''der.

Dr.Abdullah Draz;
'' Kitapta,sünnetde ve bu ikisinden çıkarılan delillerde kendisine dayanak bulunmayan yeni uygulama-
lar'dır.'' (Mizan beyne's Sünne ve'l Bid'a)

Bid'atı-Hasene ve Bid'atı-Seyyie taksimi ?

Bid'atin hasenesi ve seyyi'esi diye bir taksim varmıdır ?Kast'olunan nedir ?.İşte genelde üzerinde kasır-
gaların kopartıldığı ana meselelerden biriside bu konudur.Allah resulu(s.a.v)nun hadisi malumdur ;
''Sonradan ortaya çıkarılmış bid’atlardan şiddetle kaçınınız. Çünkü her bid’at dalâlettir, sapıklıktır” . < Ebû Dâvûd, Sünnet 5; Tirmizi, İlim 16. Ayrıca bk. İbni Mâce, Mukaddime 6 >

İmamı Nevevi resu ekremin (s.a.v)'' her bid'at delalet'dir'' sözü ile alakalı şöy demekte;
'' Bu genel bir ifade'dir.Ancak bununla kastedilen anlam özeldir.O da şeriatda doğruluğuna delalet eden
birşey bulunmayan yeniliklerdir.Bu gibi yenilikler bid'atlardan sayılmaktadır.''< İma Suyutinin Suneni- Nesai'ye yazmış olduğu haşiye.C.2,sh.234 / El-esas fis-sünne, Said Havva >
Burada ''delalet'' kapsamına giren bid'atlar zemmedilen ve yerilen,şeriatın metnine ve ruhuna ters olan
bid'atlardır.Yoksa şeriatın güzelliğine şahidlik etdiği ancak lügat itibariyle bid'at olan şeyler makbul' ve
mubah olan şeylerdir.Sahabe hayatına baktığımızda ilk defa bid'atı-hasene (ne güzel bir bidat) tabirini
Hz.Ömer(r.a)kullanmıştır.İnsanları Teravih namazı kılmak için cemaat halinde bir imam arkasında
toplamış ve ''Bu uygulama negüzel bir bid'atdır''demiştir. (bak,Buhari/Kitabu Salati't Teravih)

Elbetteki Allah resulunun bizzatihi bir müddet kıldırdığı bu namaz bid'at değildi,ancak Hz.Ömer bura-
da kelimenin lügavi manasını kast ederek bu ifadeyi kullanmıştır.Çünkü bu fiil dinde olmayan ve ilk defa uygulanan bir şey değildi.Ancak sabit olan ve inkar edilemeyen bir şey varki, bu ifadeyi Hz.Ömer
kullanmıştır.Buradan anlaşılan o ki;Belki ilk dönemde aynı şekliyle uygulanmasada,şeriatın güzel gör-
düğü ve varlığına şahidlik yaptığı ancak sonraki zamanlarda uygulandığı (lügavi manada) bid'atlere
Bid'ati-hasene tabirini kullanmanın da caiz olduğu'dur.Ancak asıl itibariyle bunlar müstehabtırlar.


İmam Şafii (r.alh)bid'at hakkında şu ifadeleri mevcuttur; Harmele bin Yahyanın şöyle dediği bildirilmiş
tir;'' Ben İmamı Şafii'nin şöyle dediğini duydum;''Bid'at iki kısımdır,Övülen bid'at ve yerilen bid'at.
Sünnete uygun düşeni övülen,aykırı düşenide yerilendir.'' ( Kaynak ve kitap isimleri için bak,El Esas
fis Sünne/ Said Havva (r.alh).

Allame İbni Receb Hanbeli (r.alh) şöyle demektedir;''Şeriatın temel kaynaklarında delil bulunan bir ye-
nilik,sözlük anlamı itibariyle bid'at olarak adlandırılsada şer'i anlamda bid'at değildir.'' Yine şöyle der;
'' Selefin bazı bid'atları hasene addetmesi,şer'i anlamıyla değil,lügavi anlamıyladır.Hz.Ömerin ''bu ne
güzel bid'atdır'' sözü bu cümledendir.Onun kasdı her nekadar bu uygulama bu şekliyle mevcut olmasa-
da,ancak dinde aslının bulunduğunu ifade etmekti.'' ( bak,Cami'ul Ulum ve'l Hikme)

Merhum Said Havva (r.alh) Şöyle der;'' Ortaya çıkarılan yenilik,şeriat ölçüleri ve nasların ışığında de-
ğerlendirilmeye tabi tutulur.Şeriatın güzelliğine şahidlik ettiği şey,güzel ve makbul'dur.Şeriatın kendi
ölçülerine aykırı olduğuna şahidlik ettiği ise çirkin ve merduttur.Birinci türdeki uygulamaların ,yenilik
olması itibariyle dil yönünden bid'atı-hasene olarak adlandırılır.Ancak esasında bu şer'i anlamda bir
bid'at değildir....Burada bid'at kelimesinin sözlük anlamı ile kullanılması Hz.Ömerin (ra)teravih namazı
ile ilgili olarak '' bu negüzel bir bid'attır'' sözüne dayandığından'dır. (El-Esas Fis-Sünne/Said Havva)


O Halde netice olarak şöyle dememiz mümkündür;

''Hadisi şerifte,insanı delalete,sapıklığa sürükleyen bid'atlar;
Şeriatın güzelliğine şahidlik etmediği,bilakis şeriat ilkelerine ters düşen,yada şeriatın gerçekleş-
tirilmesini istediği şeylerden olmayan bid'atlardır.Ancak,Şeriattan olan, genel yada özel delille şeriatın
gerçekleştirilmesini istediği uygulamalardan olduğu belirlenen yenilik,hadiste kast edilen ve zemmedi-
len şer'i anlamdaki bid'atlardan değildir.Belki lügavi manasını kastederek zikredilen bid'ati-hasene'dir.
Zira bu tür yenilikler her ne kadar o şekliyle peygamber (s.a.v) zamanında yapılmadıklarından dolayı
yenlik ve sonradan yapılması hasebiyle lügavi manada bid'at olsada,asıl itibariyle şer'i bir kaynağa ve-
yahut bir sünnete dayandığında müstahab'dır.İstismar etmemek ve kötüye kullanmamak kaydıyla bu tür
yeniliklere lügavi manasını kastederek bid'atı-hasene demekte bir sakınca görülmemiştir.
Hulefa'i Raşidinden Hz.Ömer (r.a) bu ifadeyi kullandığı sabit ve meşhurdur.Ancak yine altını çizerek
zikredilmesi gereken bir hakikat varki,Şeriatın şahidlik yapmadığı ve sünnetle asla birbağı bulunmayan
bid'atlerin '' hasene ve seyyie '' gibi bir taksimi olamaz hepsi delalet ve sapıklıktır.''
Bid'atin Kısımları;

Bir çok muhaddis ve muhakkik alimlerimizinde kabul ettiği gibi, bid'atleri iki kısma ayırmamız
mümkün ve hatta zaruridir.Bunlar kısa birkaç misallerle zikredecek olursak;

1- a) Mekruh ve b) Haram olan bid'atlar;

a) Sünnet olan tesbihatların sayılarını değiştirmek ve bozmak, vs.gibi bid'atlar.
b)Sakalı kesmek,kadın erkek karışık zikir,özellikle kadınların şeyhlerin resimlerini ceblerinde taşıma
ları ve öpmeleri,yine hepbirlikte zikir adı altında raks ederek tepinmeleri,vb.bid'atlar gibi.

2- Küfür veya Şirk olan bid'atlar;

Tağut ve şirk meclislerine girmek, O meclislere ,oy kullanmak suretiyle tağutluğa ve ilahlığa kolları
sıvamış (cüce) şahısları taşımak ve göndermek vb.bid'atlar gibi.Kabir ehlinden direk olarak yardım
dilemek,çocuğu olmayanların onlardan çocuk taleb etmeleri,hastaların, direk şifa taleb etmeleri gibi.
Geçmiş tarihte yaşamış ve günümüzdede aynı fikre ve zihniyete sahib olan Haricilik,Cehmiyecilik,
Mürcilik,Kader inkarcıları, sünnet inkarcıları ve düşmanları, vb,gibi.



Not; Asrımızın en büyük bid'atlarından biriside (Şirk ve Küfür olan), Allahu tealanın indirdiği ve gön-
derdiği Kitabı mübin ile hükmetmemek'tir.Onu kenara itip,küfrün ve ğayri müslimlerin kanun ve
hükümleriyle hükmetmektir.Ayrıca,müslümanların başına çökmüş bulunan Tağut ve Firavunların
bu tür amel ve icraatlarının küfür olmadığını savunup, avukatlıklarını yaparken muvahhid
müminleride haricilikle itham etmek'tir.

< إياكم والمحدثات فإن كل محدثة ضلالة >
'' Sonradan ortaya çıkarılmış bid’atlardan şiddetle kaçınınız. Çünkü her bid’at dalâlettir, sapıklıktır ”
< Ebû Dâvûd, Tirmizi, İbni Mâce,İbni Hibban >

< م٠هارون ابوانصار العينتابي >
M.Harun ebu Ensar el-Ayıntabi