Tefsir Dersleri.2 / (1-15 kadar)

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ Ders : 1-

Hicir/9 * اِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَاِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ

„ Kur'an'ı muhakkak biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız.“ -Hicir/9 -

Ayeti kerime hakkinda:Yüce Allah'ın: "Şüphe yok ki o Zikri" yani, Kur'ân'ı "Biz indirdik. Onu" ona bir şey ilave edilmesinden, yahut ondan bir şey eksiltilmesinden yana "koruyacak olan elbette Biziz."
Katade ve Sabit el- el-Bünânî dedi ki: Yüce Allah, o Kitabı, şeytanların ona herhangi bir batılı ilave etmelerine yahut ondan herhangi bir hakkı eksiltmelerine karşı korumuştur. Onu korumayı bizzat yüce Allah üzerine almıştır. O bakımdan o her zaman İçin korunma altındadır. Ondan başka kitaplar hak­kında ise; "Allah'ın kitabını korumaları istendiğinden" (el-Maide, 5/44) buy­ruğu ile korumayı kendilerine havale etmiş, onlar da değiştirmiş ve değişikliklere uğratmışlardır. ( İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an )
Tefsirciler şöyle der: Allah, bu Kur'an'ı korumayı üzerine aldı. Onun için hiçkimse onu faz-lalaştıramaz ve eksiltemez; değiştiremez ve bozamaz. Halbuki diğer kitaplarda bunlar olmuştur. Zira, Allah'ın kitabını korumaları kendilerinden istendiği için.. âyetine göre onları koruma görevi Ehl-i kitaba verilmişti. Bu ayete göre ise, Kur'anin korunmasını Allah kendi üzerine almıştır.Ehl-i kitab kendilerine in­dirilen kitabı değiştirmiş ve bozmuştur. ( Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir,)
Gerçekten bu insanlık için en büyük bir lütuftur. Tüm dünya bu kitaba, bu dine ve bu peygambere düşman kesilse, bu dini, bu kitabı ve peygamberi ortadan kaldırmaya, ilga etmeye, bozmaya, saptırmaya, tahrif etmeye soyunsa kimsenin asla buna gücü yetmeyecektir. Allah bu dini, bu kitabı kıyâmete kadar korumayı üzerine almıştır. Kimse bu kitabın bir tek harfini bile ortadan kaldıramayacak, değiştiremeyecektir. (Besairul-kurani )

قُلْ لَئِنِ اجْتَمَعَتِ اْلاِنْسُ وَالْجِنُّ عَلَى اَنْ يَأْتُوا بِمِثْلِ هَذَا الْقُرْاَنِ لاَ يَأْتُونَ بِمِثْلِهِ وَلَوْ كَانَ بَعْضُهُمْ
Isra/88 * لِبَعْضٍ ظَهِيرًا
De ki: Bütün insanlar ve cinler, birbirlerine yardımcı ve destek ol-salar, bu Kur’ân’ın bir benzerini meydana getirmek için bir araya gelseler, bir benzerini meydana koyamazlar. ( Isra/88 )

Nuzul sebebi:"De ki: İnsanlar ve cinler bu Kur'ân'ın bir benzerini getirmek için toplansalar..." ayetinin nüzulü ile ilgili olarak İbni İshak ve İbni Cerîr, İbni Abbas'tan şöyle dediğini rivayet etmektedirler: Sellâm b. Mişkem,-mînılerini verdiği- Yahudilerden avam bir topluluk ile Rasulullah (s.a.)'ın «anına gelip dediler ki: Sen bizim kıblemizi terk etmiş iken nasıl olur da biz sana tabi olabiliriz? Diğer taraftan senin getirdiğin bu şeyin Tevrat'taki gibi uyumlu olduğunu görmüyoruz. Bize tanıyabildiğimiz bir kitap getir. Aksi takdirde biz de senin bu getirdiğinin bir benzerini sana getirebiliriz. Bunun üzerine Yüce Allah: "De ki: İnsanlar ve cinler bu Kur'ân'ın bir benzerini getrmek için toplansalar, biribirlerine yardımcı dahi olsalar yine onun bir ben­zerini getiremezler." ayetini indirdi.

Ayeti kerime hakkinda:
Tefsirlerdeki rivayetlerden anlasilan suki;Müsrikler,gelen vahye inanmayip bu bir siir'dir,eskilerin masallarindan 'dir gibi mesnetsiz ve tutarsiz iddia ve iftiralarda bulunuyor,aciz olduklarını ve kaldıklarını bildikleri halde bizde aynısını ve benzerini getiririz diyorlardı.Işte bu ayeti kerimeyle Allahu teala onların acziyetlerini ve yalanlarını ortaya koydu. (*)
İşte bu Kur'an'dır. Ebedi ve kalıcı bir mucizedir. Allah'ın, kendisiyle bütün arablara meydan okuduğu daimî bir delildir. Arablar fesahat ve belagat ehli oldukları halde Kur'an'ın bir benzerini getirmekten aciz kalmışlardır. Pey­gamber (s.a.v.)'de onlardan bir fert'tir.O,okuyup-yazma bilmeyen bir ümmidir. Arapların İçinden şairler, hatipler, belagat ve beyan otoriteleri vardı. Onlar, Kur'an'ın bir benzerini getirmekten aciz kaldıklarına göre, diğer milletler haydi haydi aciz kalırlar. Kur'an-ı Kerim, onlara parlak bir uslubla meydan okumuştur. Onların bu işi yapmaktan aciz kalacaklarına ve buna güç yetiremeyeceklerine hükmetmiştir. İnsanlarla cinler bir araya gelseler, hepsi birbirlerine yardım da etseler, bu uğurda canlarını ve mallarını feda etseler dahi, yine de Kur'an'ın bir eşini meydana getiremezler.
Onların bu işi yapmaktan aciz oldukları, Kur'an'ın ebedi mucize olduğu ve Allah katından geldiği şüphe götürmez bir şekilde sabit olmuştur. ( Büyük Kuran Tefsiri )


AYETİ KERİMELERDEN ALINACAK DERSLER


1- Maide/ 44 'cü ayeti kerimede ve tefsirinde'de işaret edildiği gibi,kendilerine indirilen kitabı koruma,
tahrif ve tebdilden uzak tutma görevi ehli-kitabın yine kendilerine verilmişti.Ancak onlar bu kutsal
göreve ihanet etmişler ve kitablarını menfaatlar karşılığında bir kısmını alıp,bir kısmını almamış,
kendi arzu ve hevesleri doğrultusunda tahrif ve tebdil etmişlerdir.

2-Allahu teala kitabı mübinini koruyacağını vad buyurmuştur.Bütün yaratıklar bir araya gelse bu uğurda herşeylerini feda etselerde bunun bir benzerini geteremezler ve dahası, kitabın bir harfini bile tahrif ve tebdil edemeyeceklerdir.Kuran ilahi garanti altında'dır. Böyle bir kitaba sahib olduğumuzdan dolayı ne kadar şükretsek yinede azdır,elhamdulillahi rabbil alemin.

3-Ne yazıkdırki,bu gün islam aleminin kahir ekserisi onu okudukları halde,yaşamak gayesinden uzak bir okuyuş ve yaklaşım içerisinde bulunduklarından, onun nuruna nufuz edememekte ve dolayısıyla gereğince amel edememekte'dirler.

4- Yine yaşadığımız bu asırda milyonlaraca müslüman (zahiren)ellerinde ve önlerinde bulunan bu aziz
kitabı okudukları ve hıfz etdikleleri halde ona çok yabancı, ve yine o mübarek kitabla aralarında fer-
sah,fersah mesafeler bulunmaktadır.Zira onlar yüce Allahın (cc) kitabını hayatlarından uzaklaştırmış
lar,cemiyyetlerinden ve cemaatlarından uzaklaştırmışlar.Devlet ve idarelerinden çok uzak tutmuşlar.
Ilahi emir ve nehiylerden dilediklerini,işlerine gelenleri almış,kalan kısımları hakkında 'da kendilerini
alıp,almama hususunda muhayyer bırakıldıklarına inanmış ve öylece kabullenmişlerdir.Dolayısıyla
ehli kitabın yaptığı gibi,kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkar eder durumuna düşmüşlerdir.

5-Binaen aleyh,küfre meydan okuyan bu kelamı ilahinin,Allah teala tarafından gönderildiğinden zerreì-miskal kadar dahi şüphesi olmayan biz muvahhid müminlere düşen;ona dört elle sarılıp,anlamak,yaşamak, tatbik etmek, anlatmak ve uyurmak, gaye ve azmi içerisinde okumak'dır.Onu hayata ve hayatımıza hakim kılma uğrunda can ve mallarımızla yine onun yolunda cihad etmek'dir.Hiç şüphesiz sahabe (r.anhum) Allahın kitabına bu haleti ruhiyye içerisinde yaklaşmış ve yine zikretdiğimiz gaye ve amaçla onu okumuş ve ona sahib çıkmışlardır.


بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ Ders: 2-


Casiye/18 * ثُمَّ جَعَلْنَاكَ عَلَى شَرِيعَةٍ مِنَ اْلاَمْرِ فَاتَّبِعْهَا وَلاَ تَتَّبِعْ اَهْوَآءَ الَّذِينَ لاَ يَعْلَمُونَ

“Sonra ey Muhammed! Seni de din konusunda bir şeriat sahibi kıldık, ona uy; bilmeyenlerin
  hevalarina uyma.“ - Casiye / 18 -

Nuzul sebebi : Kelbî der ki: Kureyş'in ileri gelenleri Mekke'de iken Hz. Peygamber (sa)'e: "Atalarının dinine dön. Elbette onlar senden daha faziletli ve senden daha yaşlıdırlar." demişler de bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirmiştir. (Râzî, Mefâtîhu'l-Ğayb )

Şeriat; Kitap ve sünnetle ortaya konan hayat programıdır. Şeriat, yeryüzünde yaratıcı tarafından ortaya konmuş ve kulların tümünün tâbi olması gereken bir yol, bir sistemdir. Çünkü bu yolu, bu sistemi, bu yaşam biçimini göklerde ve yerlerde yegâne hâkimiyet sahibi olan, göklerde ve yerlerde ne varsa hepsini yoktan var eden Allah koymuştur. ( bak; Besairul-kuran )

اَفَرَاَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ اِلَهَهُ هَوَيهُ وَاَضَلَّهُ اللهُ عَلَى عِلْمٍ وَخَتَمَ عَلَى سَمْعِهِ وَقَلْبِهِ وَجَعَلَ عَلَى بَصَرِهِ
* غِشَاوَةً فَمَنْ يَهْدِيهِ مِنْ بَعْدِ اللهِ اَفَلاَ تَذَكَّرُونَ

Gördün mü o kimseyi ki hevâ ve hevesini kendine tanrı (ilah) edinmiş, bilgisi olduğu halde Allah onu şaşırtmış, kulağını, kalbini mühürlemiş ve gözüne perde koymuştur. Allah'tan sonra onu kim hidayete eriştirebilir? Halâ tezekkür etmiyecek misiniz?“ Casiye / 23

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

Maide/50 '* اَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ وَمَنْ اَحْسَنُ مِنَ اللهِ حُكْمًا لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ

“Cahiliye devri hükmünü mü istiyorlar? Yakinen bilen bir millet için Allah'tan daha iyi hüküm veren
kim vardır?” - Maide/ 50 -

Nuzul sebebi :Mukatil der ki: Hz. Muhammed (sa) peygamber olarak gönderilmezden önce Kurayza oğulları ile Nadîr oğulları arasmda bazı öldürme olayları geçmiş­ti. Hz. Muhammed (sa) peygamber olarak gönderilince bunlar gelip onun ha­kemliğine başvurdular. Kurayza oğulları: "Nadîr oğulları bizim kardeşlerimiz­dir; babamız bir, dinimiz birdir. Ama Nadîr oğullan bizden birini öldürdüğünde onlar bize 70 vesak hurma verdiler, biz onlardan birini öldürdük mü de onlar bizden yüz kırk vesak hurma aldılar. Biz onlardan birisini öldürdük mü onlar bunun karşılığında bizden iki kişi öldürdüler. Biz onlardan bir kadını öldürdük mü onun karşılığında bizden bir erkek öldürdüler. Yaraların diyetinde de bizim yaralarımızın diyeti onların yaralarının diyetinin yarısı oldu. Şimdi onlarla bi­zim aramızda sen hüküm ver." dediler. Allah'ın Rasûlü (sa): "Ben hükmediyo­rum ki Kurayzalın kanı Nadirlinin kanına eşittir; Nadirlinin kanı da Kurayzahnın kanına eşittir. Ne kısasta, ne diyette, ne yaralarda birinin diğerine hiçbir üstünlüğü yoktur." buyurunca Nadîr oğulları kızdılar ve: "Senin hükmüne razı olmıyacağız, emrine de itaat etmiyeceğiz, hiç şüphesiz sen bizim düşmanı-mızsın." dediler de Allah Tealâ "Cahiliye hükmünü mü istiyorlar?..." âyet-i kerimesini indirdi. ( Tefsiri kebir/Imam F. Razi )

Yoksa onlar cahiliye hükmünü, cahiliye kanununu, cahiliye ha-yatını, cahiliye yasalarını mı arıyorlar? Yâni bu beyinsizler Rableri kendilerini adam yerine koyup, muhatap kabul edip vahyiyle şereflendirdiği halde onu bırakıp da cahiliye yasalarını mı istiyorlar? Cahiliye­nin hükümlerini, değer yargılarını Allah hükümlerine, Allah yasalarına tercih mi ediyorlar? Hevâ ve heveslerini, menfaatlerini Allah bilgilerinden üstün mü tutuyorlar? Çünkü cahiliye yasaları hevâ ve hevesler üzerine bina edilir
-Besairul-Kurani -

'' Bu ayete göre cahiliyyet,muayyen bir zamana mahsus degildir.O,bir durum,bir vaziyetdir.Bu durum,
dün mevcut oldugu gibi,bugünde,yarinda olur.Iste o zaman islama karsi olarak o,cahiliyye ismini alir.
Insan ya Allahin seriati ile hükmeder,onu kabul edip kendilerini ona teslim ederler ve Allahin dinine girerler.Veya kul yapisi bir sistemi tatbik ederler,onu kabul ederler ve cahiliyet batakligina düserler.
Onlar kimin hükmünü tatbik ediyorlarsa,onun dininden'dirler,Allahın değil.Cahiliyyet hükmünün arandıgı yerde Allahın hükmü aranmaz.Allahın şeriatının terk edildiği yerde cahiliyet prensibi bulunur
ve yaşanan hayatda,cahiliyet hayatı olur.'' (Cemaleddin Hocaoglu (Kaplan)(r.alyh)/Hakimiyyet-5)



AYETI KERIMELERDEN ALINACAK DERSLER


1- Casiye suresi 18ci ayeti kerimede hiç şüphesiz resulullahın (s.a.v) zımmında bizlerede hitab edilmek
te ve bizlerede aynı sorumluluk yüklenmekte`'dir.Yani bilmeyen cahillerin ve inkarcıların heva ve he-
veslerini inkar ve redde'dip,Allahın göndermiş olduğu yola seriata tabi olmamız.Kuranın ve sünnetin
gösterdiği ve tarif ettiği yolda yürümemiz bizlerden istenmekte'dir.

2- Iman ettiğini iddia eden kişinin Allahu tealanın:“Seni de din konusunda bir şeriat sahibi kıldık, ona uy; bilmeyenlerin hevalarına uyma.“ hitabına kulak vermek ve gereğini yerine getirmekle mükellef
olduğunu,aksi halde kendi heva ve hevesini ilah edinenlerden olacağını Casiye suresi ayet 23 de gör-
mekteyiz“ Gördün mü o kimseyi ki hevâ ve hevesini kendine tanrı (ilah) edinmiş, bilgisi olduğu halde Allah onu şaşırtmış, kulağını, kalbini mühürlemiş ve gözüne perde koymuştur. Allah'tan sonra onu kim hidayete eriştirebilir? Halâ tezekkür etmiyecek misiniz?“ Casiye / 23

Yine bu ayeti kerimede Allahın şeriatına sırtını dönen,kabul etmeyip tabi olmayan,kendi arzu ve heveslerine uygun şeriatlara,sistem ve kanunlara uyanların, bu tutumlarıyla kendi heva ve heveslerini
tanrı ve ilah edinmiş olacaklarını açıkca görmekte ve buna şahid olmaktayız.Bu gün bir çok ilahiyyat-
cı Doktorlar,Doçentler,Profösörler vs.ler ilim sahibi oldukları halde adeta kulakları ve kalbleri mühür-
lenmiş,gözlerinede birer perde çekilmişcesine,Allahın şeriatını kabul etmeyen ve onu aziz kitabına
kafa tutan Tağut ve münafıkların ekmeklerine yağ sürmekte'dirler.Halbuki kendilerinden istenen yal-
nızca insanları heva ve heveslerini ilah edinmekten sakındırmak,Allahın şeriatı dışında kanunlar vaz
eden müşriklerden sakındırmak idi.Ilahlık iddiasında bulunanları savunmak, alkışlamak değil.

3- Cahiliyye; bir zamana,bir topluma,veya kişilere mahsus değil,bilakis her zaman ve mekanda ola
bilecek bir olay'dır.Insanların kendilerine vahiy yoluyla belirtilen ve gösterilen yolun ve hayat niza-
mının dışında yollar, sistem ve nizamlar edinmeleri ,cahiliyye ve cahili hayatın ta kendisidir.Nitekim
maide 50 ci ayeti kerimenin nuzul sebebindede görüleceği gibi,Allah resulunun vermiş olduğu hük-
mü kendi arzu ve hevalarına uygun görmediklerinden dolayı inkar edip kabullenmediler.Işte bu tavırla-
rı cahiliyye ve cahiliyye hükümlerini istemek olarak tarif edilmekte'dir.

4-Müslümanlar ;“ Seriata tabi olamak,kendi heva ve hevesini ilah edinmek ve cahiliyye hükümlerini
istemek,sirk,Tevhid,“ tabirlerini ve bunların mana ve mahiyetlerini çok iyi bilmek ve gereğini yeri-
ne getirmek durumunda'dırlar.Hadisi şerifde ifade buyrulduğu gibi ilim ögrenmek bütün müminler
üzerine bir vecibedir.Şer'i ilimleri imkanı olduğu halde taleb etmeyenler,kendilerini Tevhid ve Şirk
hususunda bilgilendirmeyenler, farzı ihmalden dolayı asi olduklari gibi,aynı zamanda imanlarınıda
bu tutumlarıyla tehlikeye terk etmekte'dirler.Allahu teala muhafaza buyursun.Amin.
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ Ders: 3-


Bakara/42 * وَلاَ تَلْبِسُوا الْحَقَّ بِالْبَاطِلِ وَتَكْتُمُوا الْحَقَّ وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ

„Sizler bilip dururken hakkı bâtıla karıştırıp hakkı gizlemeyin.“

Nuzul sebebi :İbn Abbas ve başkasından rivayet edildiğine göre: Siz de Kitap'ta bulunan hakkı batıla karıştırmayınız. Bu değiştirmek ve değişikliğe uğratmaktır.
Ebu'l-Âliye der ki: Yahudiler şöyle dediler: Evet, Muhammed gönderilmiş bir peygamberdir, fakat bizden başkasına. Onların Hz. Peygamber'in gönderilmiş bir peygamber olduğunu kabul etmeleri bir haktır, fakat kendilerine gönderildiğini inkâr etmeleri ise bir batıldır. (bak,Tefsiri Kurtubi ve digerleri)

Allah tarafından indirilmiş olan hakkı, uydur­duğunuz bâtıl ile karıştırmayın ve sizin uydurduğunuz yalanlarla Tevrat'ı tahrif etmeyin. Muhammed (s.a.v.)'in evsafı ile ilgi­li kitabınızda bulunan bilgileri bile bile gizlemeyin. Halbuki siz, bu bilgi­lerin hak olduğunu biliyorsunuz.( Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir )
Kur'an-ı Kerim'in bir çok yerde belirttiği gibi yahudiler, önlerine çıkan her fırsatta hakkı batıl ile örtmüşler, bunları birbirine karıştırmışlar ve hakkı gözlerden saklamışlardır. Bunun sonucu olarak,İslâm toplumunda sürekli bir fitne,kargaşa ve bölücülük unsuru olmuşlardır. (Fizilalil-Kuran)

Allah Teâlâ, yahûdîleri dayanmakta oldukları hak ile bâtılı ka­rıştırma ve birbirine katma, hakkı gizleyip bâtılı açığa çıkarma gibi davranışlardan nehyediyor ve «hakkı bâtıla karıştırıp da bile bile siz gerçeği gizlemeyin» buyuruyor. Burada iki şeyi birden men'etmekte ve bâtıla karşılık hakkı izhâr edip onu açıklamalarını emretmektedir. Bunun için Dahhâk, İbn Abbâs'dan nakleder ki o şöyle demiş : «Hakkı bâtıla karıştırıp da bile bile gerçeği gizlemeyin.» yani hak ile bâtılı, doğru ile yanlışı birbirine karıştırmayın, demektir.( Tefsiri ibni Kesir )

اِنَّ الَّذِينَ يَكْتُمُونَ مَآ اَنْزَلْنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالْهُدَى مِنْ بَعْدِ مَا بَيَّنَّاهُ لِلنَّاسِ فِى الْكِتَابِ اُولَئِكَ يَلْعَنُهُمُ اللهُ
*وَيَلْعَنُهُمُ اللاَّعِنُونَ - , اِلاَّ الَّذِينَ تَابُوا وَاَصْلَحُوا وَبَيَّنُوا فَاُولَئِكَ اَتُوبُ عَلَيْهِمْ وَاَنَا التَّوَّابُ الرَّحِيمُ

İndirdiğimiz, açık delilleri ve hidâyeti, kitâbda insanlara açıkça beyân ettikten sonra gizleyenlere; muhakkak ki onlara, Allah la'net eder ve la'net etmek sânından olanlar da la'net eder.An-cak tevbe edenler, durumlarını düzeltenler ve tebliğ edilen gerçekleri önce giz-ledikleri halde, pişman olup tekrar insanlara duyuranlar bunun dışındadırlar: Onların tevbesini kabul edeceğim, zira yalnızca benim, tevbeleri kabul eden ve çokça acıyan.“ Bakara /159-160

Nuzul sebebi :İbn Abbâs'tan gelen bir rivayete göre ise bu âyet, Seleme oğulları kardeşi Muâz ibn Cebel, Abdu'l-Eşhel oğullari kardeşi Sa'd ibn Muâz ve el-Hâris ibnu'l-Hazrec oğulları kardeşi Hârice ibn Zeyd'in bazı yahudi hahamlarına gi­dip Tevrat'taki bazı bilgileri sormaları, onların da gizleyerek onlara haber ver­memeleri üzerine nâzil olmuştur. ( bak,Tefsiri Taberi )
Bu; peygamberlerin getirdikleri ve dosdoğru amaçlara müteveccih apaçık belgeleri, kalplere fayda veren hidâyeti inkâr edenlere şiddetli bir tehdîddir. Aİlah Teâlâ'nin peygamberlerine indirdiği kitaplari va­sıtasıyla kullarına açıkladığı hakîkatlari gizleyenler için ağır bir teh­dîddir.Ebu'l-Âliye der ki; bu âyet ehl-i kitâb hakkinda nazil olmuş­tur. Onlar Hz Muhammed (s.a.) in sıfatlarıni gizlemişlerdir. Ayrıca Allah Teâlâ bu davranıştan dolayı kendilerini lanetleyeceğini bildir­miştir. Nasıl, bilgin kişiye; denizdeki balık, davadaki kuş dâhil olmak üzere her varlık mağfiret dilerse, bilginlerin aksine onlara da herşey la'net eder. Müsned bir hadîste birbirine bağlı yollarla Ebu Hüreyre ve diğerlerinden nakledilir ki Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: Kime bir bilgi sorulur da o kimse bildiğini gizlerse kıyamet gününde ateşten bir gemle gemlenir. Sahih bir rivayette Ebu Hüreyre (r.a.); eğer Allah'ın kitabında bir âyet olmasaydı kimseye bir söz söylemezdim demiş ve «İndirdiğimiz açık delilleri ve hidâyeti kitapta insanlara açıkça beyân ettikten sonra gizleyenlere......... » âyetini okumuş. ( bak,Tefsiri ibni Kesir )
Denmiş ki; bu âyet hakkı bildikleri halde gizleyen ehl-i kitabın bilginleri, özellikle de yahudi âlimleri hakkında inmiştir. Ama biliyoruz ki sebebin özel oluşu hükmün genel oluşuna engel değildir. Öyleyse âyet din konusunda bildiği herhangi bir bilgiyi, herhangi bir gerçeği gizleyen, onu insanlara anlatmayan kimselerin hepsini içine almaktadır. İhtiyaç anında onu söylemeyen veya yaymayan ya da yayılms­sına engel olmaya çalışan herkes için geçerlidir bu.
Belki dün bu işi yapan ehl-i kitap bilginleriydi; lâkin dönem geçmiş, müslümanlar yeryüzünde çoğalmış, ama bu sefer de Müslümanlar bu kitabı gizlemeye başlamışlar. Bakara’yı gizleyenler, Âl-i İmrân’ı, Nisâ’yı, Mâide’yi gizleyenler. Kur’an’ı bilip de ümmete anlatmayanlar, gündeme getirmeyenler, işlerine gelen âyetlerle vaziyeti idare edip, hoşlarına gitmeyecek âyetleri örtbas ede­rek kendi heva ve heveslerine göre bir dünya kuranlar. ( Besairul-Kuran )
Taberi diyor ki: "Âyet, her ne kadar bu özel kişilere işaret etmekte ise de hükmü, Allah'ın insanlara açıklanmasını farz kıldığı bilgileri saklayan herkesi içine almaktadır."
İslam dini, Allah'ın insanlara gönderdiği bilgileri onlardan gizlemeyi yasaklamış ve bunu yapanların lanetleneceklerini beyan etmiştir.“ ( bak,Tefsiri-Taberi )


AYETI KERIMELERDEN ALINACAK DERSLER

1-Bakara 42 de beyan buyrulduğu gibi,hak ile batılı biri birine karıştırmak yasaklanmıştır.Zira hak ayrı
batıl ayrı şeylerdir,biri adaleti ifade etmekte ,diğeri ise zulmu ifade etmekte'dir.Bunları biri birine ka-
rıştırmak,bile bile hakkı ketmetmek( gizlemek) başlı başına bir zulum ve zalimlikdir.

2- Binaen aleyh, ğayri islami ve ğayri meşru sistem,düzen ve ideolojileri , hz.kurandan bazı ayetleri
kendi kafalarına göre tevil ve yorumlayarak meşru göstermeğe kalkışanlar en büyük zalimlerdir.
Mesela; Laikligin ve Laik sisitemin Islamla bağdaşdığını,kişinin hem laik ve hemde müslüman ola-
bilecegini iddia eden ahmak zalimler gibi.

3- Bakara 159 da buyruldugu gibi;Allahu tealanın hak ve hakikatları,şeriatı ve şer'i hükümleri kitabın-
da çok açik ve net bir biçimde beyan ettikten sonra onları ketmeden ve gizlemek suretiyle insanlara
tebliğ etmeyenler Allahın ve meleklerin lanetine mustehak olmuşlardır.

4- Bu gün,islam aleminde müslümanlarin başına çöreklenmiş olan Tağutların ve müşriklerin tuğyan ve
şirklerini insanlara anlatmayanlar,islamın hem ibadet ve hemde devlet olduğundan bahsetmeyenler,
Hz.Kuranın aynı zamanda bir kanun kitabı olduğunu söylemeyenler,kuranın muhtavasını olduğu gi-
bi tebliğ etmeyip,menfaatının ve maaşının peşinde koşturanlar aynı hükme tabi'dirler.Yani lanete.

5-Ayetin ikinci kısmında; ancak tevbe edenler ve hallerini düzeltenler ve aynı zamanda gizledik
leri hakikatları açıkca beyan edenlerin affedilecekleri buyrulmaktadır.Yani tevbeyle iş bitmiyor, ayrı-
ca o güne kadar ketmettiği ve insanlardan gizlediği hakikatları açıkca tebliğ etmekle sorumludurlar.
Zira doğruları ketmetmekle bir çok insanın delaletine ve isyanına sebeb veya vesile olmuşlardı.

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ Ders: 4-


..*.........قُلْ لاَ اَقُولُ لَكُمْ عِنْدِى خَزَائِنُ اللهِ وَلاَ اَعْلَمُ الْغَيْبَ وَلاَ اَقُولُ لَكُمْ اِنِّى مَلَكٌ اِنْ اَتَّبِعُ اِلاَّ مَا يُوحَى اِلَىَّ En'am/ 50

"De ki: Size Allah’ın hazineleri elimdedir, demiyo­rum; gaybı da bilmiyorum; Size, ben meleğim de demiyorum, ben ancak bana vahy olunana uyuyorum." En'am/50
Nuzul sebebi:

Ebu Salih'in İbn Abbâs'tan rivayetine göre Mekkeliler Hz. Peygamber (sa)'e: "Ey Muhammed, Allah sana bir hazine indirse de zengin olsan. Görüyo­ruz ki sen fakirsin. Ya da senin bir bahçen olsa da onun meyvesinden yesen. Görüyoruz ki açsın." dediler de bu âyet-i kerime indi. [Esbabi-Nuzul)
Müşrikler Resulullah (s.a.)'tan peygamberin ve onun risaletinin görev ve fonksiyonunun ne olduğunu bilmediklerinden dolayı kendilerini ikna edici maddî bir takım mucizeler göstermesini istiyorlardı. Yüce Alllah in­dirdiği buyruklarla ona şöyle demesini emretti: "Ey Peygamber! Şunlara de ki: Ben Allah'ın hazinelerine sahip değilim. Onları paylaştırma, dağıtma ve onlarda tasarruf etme gücüm yoktur. Bu, yalnızca Allah'a ait olan bir iştir. O, bu hazinelerden hikmetine uygun ve kendi iradesiyle kullarından diledi­ğine verir.
Ben sizlere "Şüphesiz ki ben gaybı bilirim" de demiyorum. Bu da aziz ve celil olan Allah'a ait bir şeydir. Ben gaybdan ancak Allah'ın bana bildirdiği şey­leri bilebilirim. Nitekim Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "O gaybı bilendir, O gaybına hiç bir kimseyi muttali kılmaz, meğer ki beğenip seçtiği bir peygamber ola." (Cin, 72/26-27)
Ben meleklerden bir melek olduğumu da iddia etmiyorum. Ben ancak bir insanım, Allah tarafından bana vahiy geliyor. O bakımdan insanların yapama­yacakları şeyleri yapabilme gücüm yoktur.
Peygamberin görevi ise vahye tabi olmaktır. Yüce Allah'ın, "Ben ancak ba­na vahyolunana uyarım" buyruğunun anlamı işte budur. Yani ben bana vahyo-lunanın dışına, çok az bir mikdar dahi olsa çıkmam .(Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir )
Âişe (r.nha) dedi ki:''Kim Muhammed'in yarın ne olacağını bildiğini iddia ediyor ise hiç şüphesiz yüce Allah'a karşı büyük bîr iftirada bulunmuş olur. Çünkü yüce Allah: "De ki; Göklerde ve yerde gaybı Allah'tan başka kimse bilmez." diye buyurmaktadır. (Sahihi-Müslim )


En'am/ 59 *......... وَعِنْدَهُ مَفَاتِحُ الْغَيْبِ لاَ يَعْلَمُهَا اِلاَّ هُوَ وَيَعْلَمُ مَا فِى الْبَرِّ وَالْبَحْرِ
"Gaybın anahtarları onun katındadır, onları an­cak O bilir. Karada ve denizde olanı bilir. Düşen yaprağı, yerin karanlıklarında olan taneyi, yaşı kuruyu ki apaçık kitaptadır ancak O bilir."

Ayeti kerime hakkında ;

"Gaybın anahtarlarından kasıt; gayba yahut gaybın hazinelerine götüren yollar demektir. Bunlar "O'nun" yani Yüce Allah'ın "yanındadır."
"Karada" yani yüryüzünün su bulunmayan bölümünde "ve denizde" bol su­ların bulunduğu geniş yerlerde "ne varsa O bilir" (Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir )
İnsan hayalı, bu kısacık ayetin ötesine geçip bilinen ve bilinmeyen ufuklara, görünen ve görünmeyen aleme kanatlanıyor. Uçsuz bucaksız evrenin her köşesinde ve görünen evrenin sınırlarının ötesinde adım adım Allah'ın ilmini izliyor. Her vadide, her derede çeşitli tablo ve sahnelerle karşılaşırken insanın içi ürperiyor. Geçmiş, şimdiki zaman ve gelecekte mühürlü boyutları, ufukları ve derinliği bitmez tükenmez gaybın perdelerini kaldırıyor ya da kaldırmağa çalışıyor. Oysa bilinmezliklerin anahtarı yüce Allah'ın katındadır, O'ndan başkası bilemez.
Bütünüyle Allah'ın bilgisine açık karanın bilinmezliklerinde, denizin dipsiz derinliklerinde dolanıp duruyor insan hayalı. Yeryüzünün tüm ağaçlarından kopan sayısız yaprakları izliyor. Orada, burada ve şuracıkta kopan her yaprağı görmektedir yüce Allah. Yerin derinliklerinde gizlenmiş hiçbir tane Allah'ın gözünden kaçmaz. İçindeki hiçbir şeyin Allah'ın kuşatıcı bilgisinin dışında kalmadığı uçsuz bucaksız evrende yer alan yaş, kuru her şey onun kontrolündedir. (Sehid,Seyyid Kutub,Fizilalil-kuran)

Neml/ 65 *قُلْ لاَ يَعْلَمُ مَنْ فِى السَّمَوَاتِ وَاْلاَرْضِ الْغَيْبَ اِلاَّ اللهُ وَمَا يَشْعُرُونَ اَيَّانَ يُبْعَثُونَ

De ki: "Göklerde ve yerde Allah'tan başka kimse gaybı bilmez. Ne zaman dirileceklerinide bilmezler."

Nuzul sebebi:

Denildiğine göre âyet-i kerime, Peygamber (sav)'a müşriklerin kıyametin kopmasına dair soru sormaları üzerine nazil olmuştur.
Yüce Allah'ın gaybından habersiz olan sadece insan değildir. Yerde ve göklerde Allah tarafından yaratılan her varlık, melekler, cinler ve yalnız Allah'ın kendilerinin varlığından haberdar bulunduğu diğer varlıklar da gaybdan habersizdir. Bunların hepsi de gayb perdesinin açılmasını gerektirmeyen yükümlükler altındadırlar. Böylece gaybın sırrı sadece Allah'ın katında kalır. Başkasına açılmaz.
Dirilişin zamanına ilişkin hiçbir bilgilerinin olamayacağını ifade ediyor. En kapalı şekliyle bile onu hissetmekten uzak olduklarını bildiriyor. Onlar dirilişin zamanını kesin biçimde bilemezler. Burunlarının dibine kadar gelip yaklaşsa dahi onu duygu olarak hissedemezler. Çünkü bu konu, yerde ve gökte kimsenin bilemeyeceği belirtilen gayb konularından biridir. (Fi'zilalil-kurani )

AYETI KERIMELERDEN ALINACAK DERSLER

1- Ayeti kerimede'de ifade edildiği gibi,Allahın resulu ayni zamanda bir kul olması hasebiyle gayba
dair hususları kesinlikle bilmemekte'dir.Ancak cenabı hakkın kendisine vahyettiğine tabi olmaktadır.
Bunun yanısıra peygamberler kendilerine Allahu tealanın bildirdiği kadar gaybdan haberdar'dırlar.
Nitekim ayeti kerimede şöyle buyrulmakta'dır; " Görülmeyeni bilen Allah, görülmeyene kimseyi
muttali kılmaz Ancak peygamberlerden, bildirmek istediği bunun dışındadır ." Cin/26-27

2- Hal böyleyken,yani Allahu tealanın seçtiği peygamberler dahi gaybi bilmezlerken,bazı kişilerin
küstahca böylesi iddialarda bulunmaları,gaybdan haber vermeleri,gelecekte olacak bir takim
vakialardan bahsetmeleri kafirlik,kahinlik ve tağutluktan başka birşey değildir.

3- Müslüman olduklarını iddia eden bazı ahmak cahillerin,falcılara,cincilere ve muskacılara gidip
gelecekten haber sormaları,onları tasdik edip para yedirmeleri ise ayrı bir küfür'dür.

4- Binaen aleyh ,gayb meselesini idrak etmiş,gaybı ve gayba dair hususları ancak ve ancak alimi
mutlak olan cenabı Allahın (c.c) bildiğine,hiçbir mahlukun gaybı asla bilmediğine inanıp,iman etmiş
olan muvahhid müminler kurtuluşa erenlerdir.Rabbimiz onları gerçek müminler ve muttakiler olarak
vasıflandırmakta'dır; "`Onlar ki görmediklerine(gayba) inanırlar'“ Bakara/3

„Sen ancak, Kur’an’a uyan ve görmediği halde Rahmân’dan korkan kimseyi
uyarabilirsin.Artık o kimseyi, bağışlanma ve cömertçe verilecek bir ecirle müjdele.” Yasin/11

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ Ders: 5-


يَآاَيُّهَا الَّذِينَ اَمَنُوا لاَ تُلْهِكُمْ اَمْوَالُكُمْ وَلآ اَوْلاَدُكُمْ عَنْ ذِكْرِ اللهِ وَمَنْ يَفْعَلْ ذَلِكَ فَاُولَئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ
Ey iman etmiş olanlar, mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah 'ı anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir.“ Münafikin/ 9
Aciklama :
"Ey iman edenler, ne mallarınız ne evlâtlarınız sizi Allah'ı zikretmek­ten alıkoymasın." Yani ey Allah'ı ve peygamberini tasdik eden müminler, mallarınız ve onlara ait tedbirler, evlâdınız ve onların işleriyle meşgul ol­manız, sizi Kur'an okumak, namaz kılmak, farzları eda etmek, Allah'a kar­şı vazifelerinizi yerine getirmek gibi Allah'ı zikretmek sayılan amellerden alıkoymasın.
Sonra Allah Tealâ emrine muhalefet edilmemesini ikaz ederek ve dün­yaya aldananların sonunun kötü olacağını bildirerek şöyle buyurdu:
"Kim bunu yaparsa işte onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir." Yani kim dünya ile, süs ve zinetiyle, mal ve metaı ile oyalanır, dinden, Rab-bine ibadetten ve O'nu zikretmekten uzak kalırsa, kıyamet günü kendini ve ehlü iyalini tamamen kaybedenlerden olur. Çünkü o, bakiyi vermiş, fa­niyi almıştır. (Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir )
Ey Müslümanlar sakın sizi mallarınız ve evlâtlarınız Allah'la yü-celmekten, Allah'la izzet ve şerefe ulaşmaktan, Allah’ın kitabını gündem yapmaktan alıkoymasın.
Kim de böyle yaparsa, yani kim de bu işlerle uğraşacağım diye, dünya derdiyle, çoluk-çocuk derdiyle uğraşacağım, mal kazanacağım, çoluk-çocuğumu razı edeceğim diye Allah’ın zikrinden, namazdan, Kur’an'ı tanıyarak o istikâmette yürümekten, Cumadan, Allah yolunda cihaddan ve hâsılı Allah için bir hayat yaşamaktan uzak kalırsa, işte bu kişi hem dünyada, hem de âhirette hüsrana uğrayan, eli boşa çıkan ve kaybeden kişidir. (bak;Besairul-Kuran)


يَآاَيُّهَا الَّذِينَ اَمَنُوآ اِنَّ مِنْ اَزْوَاجِكُمْ وَاَوْلاَدِكُمْ عَدُوًّا لَكُمْ فَاحْذَرُوهُمْ وَاِنْ تَعْفُوا وَتَصْفَحُوا وَتَغْفِرُوا فَاِنَّ اللهَ
Teğabun/14-15 * غَفُورٌ رَحِيمٌ - , اِنَّمَآ اَمْوَالُكُمْ وَاَوْلاَدُكُمْ فِتْنَةٌ وَاللهُ عِنْدَهُ اَجْرٌ عَظِيمٌ
Ey iman edenler! Eşlerinizin, ev­lâtlarınızın içinde hakikaten size düşman da vardır, öyleyse onlardan sakının. Af eder, kusurlarını başla­rına kakmaz örterseniz, şüphesiz Allah çok yarlığayıcı, çok esirgeyi­cidir. Mallarınız da evlâtlarınız da si­zin için ancak bir imtihandır. Allah ise, büyük mükâfat O'nun nezdindedir.“ -Teğabun/14-15-
Nüzul Sebebî:
"Ey iman edenler, eşlerinizin, evlâtlarınızın içinde hakikaten size düş­man da vardır." ayetinin (14. ayet) nüzul sebebiyle ilgili olarak Tirmizi, Hakim ve İbni Cerir'in İbni Abbas'tan rivayet ettiklerine göre "Ey iman edenler eşlerinizin..." ayeti bir grup Mekkeli hakkında nazil olmuştur. Bun­lar müslüman olduklarında eşleri ve çocukları onları bırakmak istemediler. Medine'ye Rasulullah (s.a.)'a geldiklerinde insanların dinlerini daha iyi öğ­rendiklerini görünce eş ve evlâtlarını cezalandırmak istediler. Bunun üze­rine "Af eder, kusurlarını başlarına kakmaz, örterseniz..." ayeti nazil oldu.
İbni Cerir'in Ata b. Yesar'dan rivayet ettiğine göre bu on dördüncü ayet hariç Teğabün Suresinin hepsi Mekke'de nazil olmuştur. Bu ayetler ise Evf b. Malik el-Eşcai hakkında nazil olmuştur. Malik, ehlü iyal sahibi biri­si idi. Gazaya çıkmak istediği zaman ailesi ağlaştılar, önüne geçip "Bizi ki­me bırakıyorsun!" dediler. O da dayanamayıp kaldı. Bunun üzerine bu ayet indi. Surenin sonuna kadar ki diğer ayetler Medine'de indi.
İbni Abbas'tan bir başka rivayete göre birisi hicret etmek istiyor hanı­mı bırakmıyordu. Adam ona "Yemin ederim ki Allah bizi hicret yurdunda bir araya getirirse şunları şunları yapacağım." dedi. Allah da onu ve çoluk çocuğunu hicret yurdunda birleştirdi. Bunun üzerine bu ayet nazil oldu.
(Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir )
Mücâhid der ki: «Eşlerinizin ve çocuklarınızın içinde size düşmanlık edenler vardır. Onlardan sakı­nın.» Onlar, kişiyi akrabalarla münâsebeti kesmeye veya Rabbina isyan etmeye sevkeder. Binâenaleyh, kişi onun sevgisinden dolayı çocuğuna ve eşine itaat etmekten başka bir şey yapmaz. İbn Ebu Hatim der ki: Bize babam... îbn Abbâs'tan nakletti ki; adamın birisi ona bu âyeti sorduğunda İbn Abbâs şöyle demiş: Bunlar Mekke'de müslüman olan bazı kimselerdir ki, Rasûlullah'a gelmek istediler. Ancak eşleri ve ço­cukları onları bırakmadılar. Rasûlullah'ın yanına geldiklerinde, halkın dinde derin bilgiye sahip bulunduğunu gördüler ve bu sebeple ailelerini cezalandırmak istediler. Bunun üzerine: «Ama affeder, kusurlarını başlarına kalkmaz ve örterseniz; şüphesiz ki Allah, Gafûr'dur, Rahîm'-dir» âyeti nazil oldu. Tirmizî de Muhammed İbn .Yahya kanalıyla... İs­rail'den bu rivayeti nakleder ve; hasendir, sahihtir, der. İbn Cerîr ve Taberânî de bu rivayeti îsrâîl kanalıyla İbn Abbâs'tan rivayet ederler. Keza Avfî vasıtasıyla îbn Abbâs'tan buna benzer bir rivayet nakledilir. Onun efendisi îkrime'den de aynı şekilde rivayet edilmiştir. (bak; Tefsiri Ibni Kesir )

AYETI KERIMELERDEN ALINACAK DERSLER

1- Dünya malı ve evlâd gaye ve amaç değil, hayatın geçici süsleridir. Bunlarla uğraşırken Allah'ı ve
ikinci hayatı unutmak, ibâdeti ihmal etmek büyük gaflettir ve neticesi hüsrandır.Ayeti kerimede ifade
edilen zikirden kasıd;Allahu azimussanın dilediği ve razı olduğu bir biçimde yaşamak,onun emret-
miş oldugu beş vakit namaz,hac ,oruc vs.gibi ibadetler,cihad ve yine Allahu tealayı anmak ve zikret-
menin yanısıra ilim öğrenmek manalarının hepsini içermektedir.Evlad ve emval ile iştiğal bütün bu
ve benzeri zikirleri ihmal ve terk etmeğe kadar gittiğinde işte o zaman kişi büyük bir hüsranda'dır.

2- Dünya malı edineceğim sevdasına,gecesini gündüzüne katarak doymaz bir hırsla çalışan ve bu yüz-
den Allahın zikrinden uzak kalmanın yanısıra,yine evladı iyaline iyi ve ferah bir gelecek sunmak,
onlara bol bol mal ve servet bırakmak sevdasına taat ve ibadetleri terk ve ihmal eden kişilerin neti-
cede hem dünyasını,hem ahiretini ve hemde evladlarını kaybettiklerine çokca şahid olunmaktadır.
Şairin dediği gibi:“ Yamadık dünyamızı yırtarak dinimizden,dinde gitti dünyada gitti elimizden“.

3- Hic süphesiz çalışıp ehlinin nafakasını kazanmak her erkeğin başlıca görevlerinden biridir.Hatta ça-
şıp ehlini kimseye muhtac etmemek kişinin üzerine farz'dır.Ancak bütün bunlar kişiyi Allahın zikrin
den alıkoymayacak ve ihmal ettirmeyecek kadar olmak şartı ve kaydıyla. Mallarınız da evlâtlarınız
da sizin için ancak bir imtihandır (fitne'dir)buyrulmakta,yani zorlu bir imtihandan geçilmekte'dir.

4-- Teğabun suresinde rabbimiz;“Ey iman edenler! Eşlerinizin, evlâtlarınızın içinde hakikaten size
düşman da vardır, öyleyse onlardan sakının“.buyurmakta'dır.Anlaşilacaği gibi buradaki düşmanlık
bizim bildiğimiz tür düsmanlığın yanısıra, aynı zamanda korku,sevgi veya dünyaya düşkünlük
sebebiyle kişiye hayır ve taat işlerinde engel olmak veya zorluklar çıkarmak suretiyle yapılan düş-
manlıkdır.Müminler bu hususda dikkatli ve uyanık olmak durumundadırlar.Aksi halde hüsrana
düşerler.Hadisi serifde: “Allaha isyanda hiç bir kula itaat yoktur“buyrulmuştur.

5- Ayeti kerimenin tefsirinde'de görüleceği gibi,zaman olmuş sahabenin hanımlarından bile ilme, ci-
hada ve hicrete engel olmak isteyenler olmuştur. Arzetdiğimiz gibi korku,sevgi ve benzeri sebebler
onları böylesi tutumlara sürüklemiştir.Ancak bu tutumları düşmanlık olarak vasıf landırılmıştır.
Zira hiç şüphesiz onların bu tutumları hayırlı bir iş değildi.Müminler böylesi durumlarda tedbirli
ve kararlı olmak durumunda'dırlar.Kişinin evlatları,hanımı,yaptığı ticareti vs.leri,ibadetlerine,
cihadına ,kuranı bir hayat yaşamasına,ilim öğrenmesine herhangi bir sebeble veya bahanelerle engel
olmağa,mani olmağa kalkışa bilir.Bu düşmanlıklar karşısında tavrımız ayeti kerimede ifade edildiği
gibi bir imtihan oldugu bilinci içerisinde olmak,taviz vermemek ve hayırlarda kararlılık olmalıdır.

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ Ders: 6-



{وَالذَّاكِرِينَ اللَّهَ كَثِيرًا وَالذَّاكِرَاتِ أَعَدَّ اللَّهُ لَهُم مَّغْفِرَةً وَأَجْرًا عَظِيمًا}

“... Allah’ı çokça anan erkekler ve çokça anan kadınlar var ya; Allah işte  bunlar için bir mağfiret ve büyük bir mükâfat (cennet) hazırlamıştır.” Ahzab/ 35

Göklerde ve yerdeki varlıkların, sıra sıra uçan kuşların Allah'ı teşbih ettiğini görmez inisin? Her biri kendi niyaz ve teşbihini bilir. Allah da onların yaptıklarını bilir .“ Nur/ 41

* يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اذْكُرُوا اللَّهَ ذِكْراً كَثِيراً* وَسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَأَصِيلاً
„ Ey inananlar, Allah'ı çok anın.Ve O'nu sabah akşam tesbih edin.“ Ahzab/41-42

Açıklama
"Ey iman edenler! Allah'ı çok zikredin." Vakitlerin çoğunda Allah'ı zik­redin. Zikr ifadesi takdis, temcid, tehlil ve tahmid çeşitlerinin hepsini ihtiva eder.
"O'nu sabah-akşam" günün başında ve sonunda "tesbih edin." Zikir için sabah-akşamın özellikle belirtilmesi, bu iki vakitte gece ve gündüz me­lekleri hazır bulunduğundan diğer vakitlere olan üstünlüğünü belirtmek içindir.Allah Tealâ "Ey iman edenler! Al­lah'ı çok zikredin." ayetiyle müminlere bol sevap vermek ve onları küfrün karanlıklarından iman nuruna çıkartmak için pek çok vakitte Allah'ı zik­retmek ve tesbih etmek suretiyle, ayrıca çeşitli taat şekilleriyle O'na ta'zim ve hürmette bulunma şeklinde peygamberlere verdiği emrini mümin kulla­rına da teşmil etti. (V. Zuhayli,et-Tefsirü’l-Münir )

Ey iman edenler, Allah’ı çokça zikredin. Allah’ı çokça gündemlerinize alın. Gündeminizi hep Allah belirlesin. Hep Allah’la, Allah’ın kitabıyla ve Resûlünün sünnetiyle beraber olun. Hareket noktanız hep vahiy olsun. Diliniz hep Allah’ın sözcülüğünü yapsın. Hep vahyi konuşun. Kalbinizin güveni, bağlılığı hep sadece Allah’a olsun. Azalarınız hep Allah adına hareket etsin. Gözünüz hep Allah için baksın. Kulaklarınız hep Allah için işitsin. Allah’ın bak dediği yere bakın, Allah’ın işit dediklerini işitin, O’nun yap dediklerini yapın, yapma dediklerinden kaçının. ( bak; Besairul-Kuran )

* وَاذْكُرْ رَبَّكَ فِى نَفْسِكَ تَضَرُّعًا وَخِيفَةً وَدُونَ الْجَهْرِ مِنَ الْقَوْلِ بِالْغُدُوِّ وَاْلاَصَالِ وَلاَ تَكُنْ مِنَ الْغَافِلِينَ

„ Ey Muhammed, sabah akşam yalvararak, korkarak, yüksek ol­mayan bir sesle rabbini içinden zikret.
Gafillerden olma.“ Araf /205
Bu Ayetin Tefsiri:
Buradaki hitab Hz. Peygamber'edir. Ancak umumiyet ifade eder. Yani Allah'ı anan herkesi veya her zikri kapsamaktadır. Çünkü Allah'ı gizlice zikretmek, ihlasa daha yakın, kabule daha şayandır. Nitekim bir haberde «Nefsinde beni (gizlice) zikredeni, nefsimde zikrederim. Bir cemaatte beni zikredeni ondan daha ha­yırlı bir cemaatte zikrederim» buyurulmuştur.
Nefisteki zikirden maksad, kişinin diliyle söylemiş ol­duğu şeylerin anlamlarını bilmesidir. Kişi, kemal, izzet, azamet ve celal sıfatlarını da kalbinde hazır bulunduracaktır. Çünkü dil ile zikir, kalb ile zikirden boş oldumu bir faydası yok gibidir, de­miştir.Bir grup da kalbin müdahelesi olmaksızın dil ile yapılan zi­kirde hiçbir sevap yoktur“demistir. (bak; Büyük Kuran Tefsiri )
Zikrin bu zaman dilimlerinde emredilmesi beş vakit namazın daha farz olmadığı zamanlarla ilgilidir diye bir iddiada bulunmaya da gerek yoktur. Zira böyle bir yaklaşım farz namazların bu anlardaki zikirden gereksiz kıldığı imajını verebilir. Halbuki burada sözkonusu edilen zikir namazdan daha geniş kapsamlıdır. Bu zikrin vakitleri de farz namazların vakitleriyle sınırlı değildir. Ayrıca bu zikir farz ve nafile namazların şekillerinden başka bir şekilde de yapılabilir. Kalp ile zikir, kalp ve dil ile zikir şeklinde, namazın diğer hareketlerine başvurulmadan da bu zikir şekli gerçekleşebilir. Hatta zikrin kapsamı bundan da geniştir. Burada sözkonusu edilen zikir sürekli olarak yüce Allah'ın büyüklüğünü hatırlamak, sürekli halde uyanık bulunmak, gizli açık,....
büyük küçük her işte kendisini kontrol alımda tuttuğunu hesaplamak, hareketinde, duruşunda, eyleminde ve niyetinde Allah'ın kendisini gözetlediği bilinciyle hareket etmektedir. Burada özellikle sabah-akşam ve gece zikrine dikkat çekilmesi yüce Allah'ın bu zamanların insanın kalbi üzerindeki özel etkilerini bilmesindendir. Çünkü Allah insanın yaratıcısı ve fıtratını, oluşumunun tabiatını en iyi bilendir. ( bak; Fi'zilalil-Kurani )

AYETI KERIMELERDEN ALINACAK DERSLER

1- Ayeti kerimede „Allahi çok zikredin,sabah akşam onu tesbih edin“buyrulmak suretiyle,müminlere
Allahu tealayı çokca zikir ve tesbih etmek hususunda uyarı ve tenbih yapılmakta'dır.Ayeti kerimeler-
den bunun müminler üzerine bir vecibe olduğu açıkca anlaşılmakta'dır.Vacib olan zikrullah ise usul
ve adabına muvafık bir sekilde yapılmalıdır. Bu günkü bazı bidatcı cahillerin ayakda raks ederek
tepinmeleri,hatta kadın erkek bir arada tepinmeleri asla caiz olmayan bidat ve haramlardır.
2- Buradaki zikirden maksad;Allahu tealayı zikretmek yani çokca anmak,tagdis,tahmid,tenzih,tesbih,
herşeyden yüce bilmek,kuran okumak,namaz kılmak,emrettiklerini yerine getirip,nehyettiklerinden
kaçınıp onları terk etmek,Allahın kitabına ve resulunun sünnetine sarılmak vb.taatlardır.

3-Araf suresinde rabbinden korkarak,yalvararak,sessizce onu an,zikret ve gafillerden olma,buyrulmak-
tadır.Rabblerinin azametini tefekkür etmek,tüm noksanlıklardan tenzih etmek suretiyle, ahiret ve
Allah korkusuyla göz yaşı dökerek,gecenin karanlıklarında ve seher vakitlerinde onu zikretmeyenle-
rin büyük bir gaflet içerisinde olduklarının açık bir ifadesi'dir.Yine burada,hafi yani sessiz yapılan
zikrin ve virdin daha faziletli ve daha takvaya uygun olduğuna açıkca işaret edilmekte'dir.

4- Burada bilinmesi gereken bir husus;müminlerin zikir hususunda ifrat ve tefritden uzak durmak
durumunda olmalarının gerekliliğidir.Yine burada'da yegane ölçü kitap ve sünnet olmalı'dır.Bir kı-
sımı tamamıyla zikre ve uzlete çekilip,cihadı ve Allahın dinini mudafayı terk ederken,diğer bir kı-
sımı cihad ediyorum,şeriatı savunuyorum derken bir yandan zikrullahı,tesbihatı ve istiğfarı terk ve
ihmal noktasına gelmiştir.Dolayısıyla Allahın resulunun mübarek hayatı bizler için kaçınılmaz ölçü
olmalıdır.Bir yandan islamın hayata hakimiyyeti uğrunda mucadele ederken,diğer yandanda ahiret
hazırlığı içerisinde ola bilmek.Nafile ibadetlerle,orucla,zikirle,tesbih ve istiğfarla,takvayla hazırlık.

5- Dikkat edilmesi gereken bir hususda; zikir ve virt'lerde yine ölçü ve kaynak kitap ve sünnet olma-
lı'dır.Yani sahih sünnette sabit olan zikir ve virtler alınmalı ve öylece tatbik edilmeli'dir.Bugün birta-
kım insanların kendi kafalarından ve arzularından kaynaklanan beş bin,on bin ,yüz bin gibi zikir ve
virt sayıları asla sahih bir kaynağa dayanmamakta'dır.Insanları zora ve meşekkate sürüklemekte'dir.
Sahih sünnetde sabit olan bazı zikir,tesbih,istiğfar ve tahmitleri ek ilave olarak zikredecegiz inşaallah.
بسم الله الرحمن الرحيم Ders:6 /Ek ilave

SAHIH HADISI SERIFLERDE TAVSIYE EDILEN BAZI ZIKIR VE VIRTLER

وعَنْ أبي هُرَيْرَةَ، رَضِيَ الله عَنْهُ، قالَ: قالَ رَسُولُ الله : كَلِمَتَانِ خَفِيفَتَانِ عَلى اللِّسانِ،

ثَقِيلَتَانِ في المِيزَانِ، حَبِيبَتَانِ إلى الرَّحْمنِ: سُبْحانَ الله وَبِحَمْدهِ، سُبْحَانَ الله العظِيمِ . مُتَّفَقٌ عَلَيْهِ

Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Dile hafif, mîzana konduğunda ağır gelen ve Rahmân olan Allah’ı hoşnut eden iki cümle vardır: Sübhânallahi ve bi-hamdihî sübhânallahi’l-azîm: Ben Allah’ı ulûhiyyet makamına yakışmayan sıfatlardan tenzih eder ve O’na hamdederim. Ben Yüce Allah’ı ulûhiyyet makamına yakışmayan sıfatlardan tekrar tenzih ederim”
Buhârî, Daavât 65, Eymân 19, Tevhîd 58; Müslim, Zikir 31. Ayrıca bk. Tirmizî, Daavât 60; İbni Mâce, Edeb 56

وعَنْ أبي أيوبَ الأنصَارِيِّ رَضِيَ الله عَنْهُ عَن النبيِّ قال: مَنْ قالَ لا إلهَ إلاَّ الله وَحْدَهُ لا شَرِيكَ لَهُ، لَهُ المُلْكُ، وَلَهُ الحَمْدُ، وَهُوَ عَلى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ، عَشْرَ مَرَّاتٍ، كانَ كَمَنْ أَعْتَقَ أَرْبَعَةَ أَنْفُسٍ مِنْ وَلَدِ إسْمَاعِيلَ
مُتَّفَقٌ عَلَيْهِ
Ebû Eyyûb el-Ensârî radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Bir kimse on defa, lâ ilâhe illallahü vahdehû lâ şerîke leh, lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr, derse, İsmâil aleyhisselâm’ın soyundan dört kimseyi hürriyetine kavuşturmuş gibi sevap kazanır.” Buhârî, Daavât 64; Müslim, Zikir 30. Ayrıca bk. Tirmizî, Daavât 103

عَنِ الاَغَرِّ بْنِ يَساَرٍ الْمُزَنِيِّ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ يَا أَيُّهَا النَّاسُ تُوبُوا إِلَى اللَّهِ وَاسْتَغْفِروُهُ فَإِنِّي
أَتُوبُ فِي الْيَوْمِ مِائَةَ مَرَّةٍ . رواه مسلم
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
«Ey insanlar, Allah'a tevbe edin! Çünkü ben ona günde yüz defa tev-be ederim.» buyurdular.(müslim)

وعن أبي هريرة رضي الله عنه قال قال رسول الله صلى الله عليه وسلم من قرأ
عشر آيات في ليلة لم يكتب من الغافلين* (الحاكم وقال صحيح على شرط مسلم
Ebu Hureyreden (r.a)rivayeten,resulu ekrem (s.av):“ Kim bir gecede on ayeti kerime okursa,gafillerderden yazilmaz.“ (Hakim,ve sahih 'dir dedi.)

:وعَنْ أبي هُريرةَ ، رضي اللَّه عنْهُ قالَ : قالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم
«من قالَ سُبْحَانَ اللَّهِ وَبحمْدِهِ ، في يوْم مِائَةَ مَرَّةٍ ، حُطَّتْ خَطَاياهُ ، وإنْ كَانَتْ مِثْلَ زَبَدِ البَحْر » مُتَّفَقٌ عَلَيْهِ

Ebû Hureyre (r.a.ydan. Rasûİüllah (s.a.v.): "Kim, bir günde yüz defa "Sübhanellahi ve bi hamdihî" derse günahları deniz köpüğü kadar olsa bile silinir "buyurmuştur. (Muttefakun aleyhi)

; وعَنْ أبي مُوسى رضيَ الله عَنْهُ قالَ: قالَ لي رَسُولُ الله
"ألا أَدُلُكَ عَلى كَنْزٍ مِنْ كُنُوزِ الجَنَّةِ ؟ فقلت: بَلى يا رسولَ الله قالَ: لا حَوْلَ وَلا قُوَّةَ إلاَّ بالله
Ebu Musa (Allah Ondan razı olsun) şöyle demiştir: Rasûlullah (sallallahu
aleyhi vesellem) bana hitaben: "Cennet hazinelerinden bir hazineyi sana kılavuzluk
edeyim mi?" buyurdu. Ben de, "Evet ya Rasûlallah" dedim. Şöyle buyurdular:
"La havle vela kuvvete illa billah = Her türlü güç ve kuvvet sadece Allah'ın
yardımı iledir ve hepsi Allah'a aittir." (Buhari, Megazi, 38; Müslim, Zikir, 44)

وعَنْ جابِر رَضِيَ الله عَنْهُ قالَ: سَمِعْتُ رَسُولَ الله يقولُ. أَفْضَلُ الذِّكْرِ: لا إله إلاَ الله
Cabir (Allah Ondan razı olsun), Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)'i
şöyle buyururken işittim dedi: "Zikrin en faziletlisi la ilahe illallahtır." (Tirmizi,Deavat, 9)

عن شداد بن أوس رضى الله تعالى عنه أن النبي صلى الله عليه وسلم قال له ألا أدلك على سيد الاستغفار: اللهم أنت ربي لا إله إلا أنت خلقتني وأنا عبدك وأنا على عهدك ووعدك ما استطعت أعوذ بك من شر ما صنعت وأبوء إليك بنعمتك علي وأعترف بذنوبي فأغفر لي ذنوبي إنه لا يغفر الذنوب إلا أنت لا يقولها أحدكم حين يمسي فيأتي عليه قدر قبل أن يصبح إلا وجبت له الجنة البخاري والترمذي
-Şeddâd İbni Evs radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“İstiğfârın en üstünü kulun şöyle demesidir: Allâhümme ente rabbî, lâ ilâhe illâ ente, halaktenî ve ene ‘abdüke, ve ene ‘alâ ‘ahdike ve va‘dike m’esteta‘tü. Eûzü bike min şerri mâ sana‘tü, ebûü leke bi-ni‘metike ‘aleyye, ve ebûü bi-zenbî, fağfir lî fe-innehû lâ yağfirü’z-zünûbe illâ ente.“
Resûl-i Ekrem sözüne şöyle devam etti: “Her kim, bu seyyidü’l-istiğfârı sevabına ve faziletine bütün kalbiyle inanarak gündüz okur da o gün akşam olmadan ölürse cennetlik olur. Yine her kim, sevabına ve faziletine gönülden inanarak gece okur da sabah olmadan ölürse cennetlik olur.”
( Buhârî, Daavât 2, 16. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 100-101; Tirmizî, Daavât 15; Nesâî, İstiâze 57)

; عن أبي هريرةَ رضيَ الله عنه، أنَّ رسولَ الله قال:

مَنْ سَبَّحَ الله في دُبُرِ كُلِّ صَلاةٍ ثَلاثاً وَثَلاثِينَ، وَحَمِدَ الله ثَلاثاً وَثَلاثِينَ، وكَبَّرَ الله ثَلاثاً وَثَلاثِينَ،

وقالَ تَمَامَ المِائَةِ: لاَ إلهَ إلاَّ الله وَحْدَهُ لا شَرِيكَ لَهُ، لَهُ المُلْكُ وَلَهُ الحَمْدُ، وَهُوَ عَلى كُلِّ شَيْءٍ

قَدِيرٌ، غُفِرَتْ خَطَايَاهُ وَإن كانَتْ مِثْلَ زَبَدِ الْبَحْرِ . رواه مسلم

Yine Ebu Hureyre (Allah Ondan razı olsun)'dan rivayet edildiğine göre
Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu:Her kim namazların arkasında otuz üç defa Sübhanallah, otuz üç defa"Elhamdülillah, otuz üç defa Allahu ekber der ve yüzetamamlamak için de
, la ilaheillallahu vahdehu la şerike leh lehul mülkü ve lehül hamdü ve hüve ala külli şeyin
kadir derse ,günahları denizin köpüğü kadar olsa bile afedilir." (Müslim, Mesacid, 146)

: وعنْ عَبْدِ الله بنِ عَمرو بنِ العاصِ، رَضِيَ اللهُ عَنْهُمَا أَنَّهُ سَمعَ رَسُولِ الله يَقُولُ
مَنْ صَلَّى عَلَيَّ صَلاةً، صَلَّى الله عَلَيْهِ بِهَا عَشْراً " رواه مسلم"
Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu anhümâ Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinlediğini söylemiştir:“Kim bana bir defa salâtü selâm getirirse, bu sebeple Allah Teâlâ da
ona on misli merhamet eder.” ( Müslim )



بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ Ders: 7-

Maide/35 * يَآاَيُّهَا الَّذِينَ اَمَنُوا اتَّقُوا اللهَ وَابْتَغُوا اِلَيْهِ الْوَسِيلَةَ وَجَاهِدُوا فِى سَبِيلِهِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ

“Ey İnananlar! Allah'tan sakının, O'na ulaşmaya yol(vesile) arayın, yolunda cihad edin ki kurtulasınız.

Ayeti kerime hakkında: Ayetlerin ibaresi açıktır. Bu ayetlerde hitap mü'minleredir. İlk olarak,
mü'minlere bir teşvik vardır. Onları Allah'tan korkup sakınmaya, Allah'ın rızası ve O'na yakınlık
bulunan herşeyi araştırmaya ve Allah yolunda cihad etmeye teşvik etmiştir.
İkinci olarak, mü'minlere kurtuluş ve mutluluğun takva ve Allah yolunda cihad etmekte olduğuna dair bir açıklama vardır. ( İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis,)
Tevessül hususunda söylenecek sözlerin tahkiki Alûsî Tefsiri 'nde kaydedilenlere dayanarak şöyle özetlenebilinir:
Evvelâ, Yüce Allah'a itaat, onu razı edecek şeyleri işlemek suretiyle yaklaşmak anlamında tevessül: "Ona yaklaşmak için yol (vesile) arayın" ayetinde kastedilendir. Dinin esası ve İslâmın farzı budur.
Bir mağaraya sığınıp mağaranın ağzını kapatan bir kayanın mağara kapı­sından çekilmesi için yapılan dua ve tevessüller buna hamledilir. Onlar salih amelleri Allah'a vesile kıldılar. Yani salih amelleri ile kurtuluşu istediler. Şüp­he yok ki, salih ameller Yüce Allah'ın bize sevap vermesi için bir sebeptir. Bu kişiler şahısları öne sürerek tevessüle kalkışmadılar. ( Âlûsî Tefsiri, VI/124-128)
Ebû Yezîd el-Bistâmi şöyle der: „Mahlûkun mahlûktan yardım dilemesi (istiğâse) tıpkı hapisteki
tutuklunun bir başka tu­tukludan yardım dilemesi gibidir.“
İlim adamları "mahlukatın hakkı için" diyerek dua etmeyi mekruh gör­müşlerdir.Çünkü hiç bir yaratığın yaratan üzerinde bir hakkı yoktur.
Özetle: Yüce Allah'a dua dolaysız olmalıdır, vasıtasız olmalıdır. Çünkü Kur'ânî nass ile ifade edildiği gibi Allah'ın aracıya ihtiyacı yoktur: "Rabbiniz dedi ki: Bana dua ediniz; ben de duanızı kabul edeyim." (Mü'min, 40/60); "Kul­larım sana beni soracak olurlarsa gerçek şu ki, ben pek yakınım. Dua edenin dua ettiğinde duasını kabul ederim." (Bakara, 2/186); 'Yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz." (Fatiha, 1/5). ( Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir )
Takvalı olun ve de Rabbinize yaklaşma konusunda, Rabbinizin yakınlığını, hoşnutluğunu kazanma konusunda vesileler arayın, vesi­lelere sarılın. Vesile aslında yönelmek demektir. Allah’ın rızasını, ya­kınlığını kazandıracak sebeplere tutunmak, vasıtalara yönelmek de­mektir. Âyetin devamında bu vasıtaların en başta geleni zikrediliyor. Allah’ın dinini yüceltmek, Allah’ın arzularını, egemenliğini gerçekleş­tirmek için, Allah’a kulluk yolunun önündeki tüm engelleri kaldırıp Müslümanca bir hayatın ortamını hazırlamak üzere Allah yolunda ci-had edin. İnancınızın gereği bir hayatı yaşamak adına tüm gücü­nüzle cehd-ü gayret gösterin. Allah karşısında acizliğinizi, güçsüzlüğünüzü, çaresizliğinizi anlayarak O’nun istediği kulluklara koşun. O’nun istediği tavırları takının. O’na lâyık ibâdet, itaat ve teslimiyet­lerle Rabbinize yakınlığı arayın.
İşte vesile budur. Vesile Allah’a Allah’ın istediği kulluk şekille­riyle yaklaşmaya çalışmaktır. Değilse kimilerinin iddia ettikleri gibi ve­sile Allah’la kul arasına, kulları arasına aracılar, şefaatçiler, mürşidler sokmak, Allah’a yaklaşabilmek için bunlara yakın olmaya koşmak de­ğildir. (bak; Besairul-Kurani )

Tevbe/119 *يَآاَيُّهَا الَّذِينَ اَمَنُوا اتَّقُوا اللهَ وَكُونُوا مَعَ الصَّادِقِينَ
Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve sâdıklarla beraber olun.
Nüzul Sebebi
 Buharî ve başka alimler Ka'b b. Malik'ten şöyle dediğini rivayet etmişler­dir: Bedir hariç, Peygamberimiz (s.a.)'in katıldığı hiçbir gazveden geri kalma­dım. Nihayet Tebuk Gazvesi yapıldı. Bu son gazve idi. İnsanlara hareket emri­ni verdi... Allah bizim tevbemizin kabulü hakkındaki ayetleri indirdi: 'Yemin olsun ki, Allah Peygamberin ve o güçlük zamanında O'na uyan Muhacirler ve Ensar'ın tevbelerini kabul etti." (Tevbe, 9/117) Yine bizim hakkımızda "Ey iman edenler!. Allah'tan korkun ve doğru sözlülerle beraber olun." (Tevbe, 9/119) bu­yurmuştur. (Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, )
Buharî ve Müslim'in rivayetlerine göre doğru olan da budur. Müslim'in ri­vayetinde Ka'b şöyle diyor: Biz üç kişi, Rasulullah (s.a.)'ın mazeretlerini kabul ettiği yemin eden o kişilerden geri bırakıldık. Rasulullah (s.a.) onlar için istiğ­far ettiği halde bizim durumumuzu geciktirdi. Nihayet Allah bu husustaki hükmünü bildirdi. Bu sebeple Cenab-ı Hak "Geri bırakılan üç kişi" ifadesini kullandı
Allah Tealâ bu üç kişinin tevbelerini kabul ettiğine dair ayetleri indirince işlenen bu -Cihad'da Rasulullah (s.a.)'ı bırakıp geride kalmak, cihada katılma­mak -hatasının tekrarlanmasını şiddetle yasakladı ve şöyle buyurdu.
"Ey İman edenler! Allah'tan korkun ve sadıklarla beraber olun." Yani Rasulullah (s.a.)'a muhalefet etme vb. Allah'ın razı olmayacağı şeylerden sakının ve kaçının. Gazvelerde Rasulullah (s.a.) ve ashabı ile beraber olun. Münafıklar­la birlikte evlerinizde oturarak savaştan geri kalmayın. Dünyada iman ve ah­dinde durma hususunda sadık olan, Allah'ın dininde niyeti, sözü ve davranışları ile sadık olan kimselerle beraber olun ki, cennette de yine sadıklarla beraber olasınız. (V.Zuhayli,et-Tefsirü’l-Münir )

AYETI KERIMELERDEN ALINACAK DERSLER

1-Ayetikerimede Allahtan korkmak ve yine ona yaklaştıracak vesileler aramak buyrulur, buradaki vesi-
leden kasdın müfessirlerin cumhuruna göre salih ameller ve nafile ibadetlerdir.Yine muteber hadisler
de zikredilen hz.peygambere (s.a)verilecek olan ona mahsus bir şefaat yetkisi olduğu zikredilmiştir.
2- Ayeti kerimede dikkata şayan olan bir hususda,takvanın hemen peşinden Allah yolunda cihadın zik-
rolunmasıdır.Yani, Allahdan hakkıyla korkmak,ona yaklaştıracak vesileler aramak ve bu arada onun
yolunda onun dini uğrunda cihad etmek.Bazı ekmekci sofilerin anlayamadığı nokta burası olmalı.
3-Gerek Maide 35,ve gerekse Tevbe 119 ayti kerimelerinden tarikatcıların yaptığı rabıta mansını çıkar-
mak,hakikatdan son derece uzak ve yanlış bir iddia olur.Nuzul sebebleride bu hakikatı ifade eder.
4- Allaha kulluk,ibadet,zikir ve dua vasıtasız olmalıdır.Rabıta ve vasıta kuranın şu ifadelerine aykırıdır;
a) "Rabbiniz dedi ki: Bana dua ediniz; ben de duanızı kabul edeyim." (Mü'min, 40/60);
b) Kul­larım sana beni soracak olurlarsa gerçek şu ki, ben pek yakınım. Dua edenin dua
ettiğinde duasını kabul ederim." (Bakara, 2/186);
c) 'Yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz." (Fatiha, 1/5).
d)“Andolsun ki insanı Biz yarattık; nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz; Biz ona şah
damarından daha yakınız.”Kaf/16
e) Ey peygamber! Biz sana da bu uyarıcı kitabı indirdik ki, insanlara başından beri indirile gelen
mesajın aslını, olanca açıklığıyla anlatasın diye, onlar da böylece belki düşünürler. ( Nahl/44 )
5- Muvahhid müminler bu ayeti kerimelerdeki ifadelerin,kendilerine uyarıcı birer nasihat oldugunu bilmeli'dir.
Taki, Allahdan korkup yine ona yaklaştıracak salih ameller ,nafile ibadetler ve onu zikretmek,aynı zamanda
dini mübini ahmediyye uğrunda mucadele ve mucahede etmek suretiyle ona hakkıyla kul ola bilsinler.
6- Şayet Rabıta'dan kasıt kişinin sevdiklerini düşünmesi ve tefekkür etmesiyse bundan daha doğalı olamaz.
Tarikati manada Rabıtanın mana ve mahiyeti hakkında ve yine bu her iki ayeti kerimelerin mana ve tefsirleri
hakkında müfessirlerin görüşlerini toplu halde ek ilave sahifelerde sizlere arzediyoruz.> > >
7- Binaen aleyh tarıkatcıların yapmakta olduğu şekliyle rabıta,delisiz ve mesnetsiz bir bid'at'dır.
RABITA / TEVESSÜL / İSTİĞASE : MANA,MAHİYET VE HÜKÜMLERİ < muhtasar>

Maide/ * يَآاَيُّهَا الَّذِينَ اَمَنُوا اتَّقُوا اللهَ وَابْتَغُوا اِلَيْهِ الْوَسِيلَةَ وَجَاهِدُوا فِى سَبِيلِهِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ

“Ey İnananlar! Allah'tan sakının, O'na ulaşmaya yol(vesile) arayın, yolunda cihad edin ki kurtulasınız.

Tevbe/ يَآاَيُّهَا الَّذِينَ اَمَنُوا اتَّقُوا اللهَ وَكُونُوا مَعَ الصَّادِقِينَ

Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve sâdıklarla beraber olun.
Müslümanların yüzyıllardır anlaşamadığı,üzerinde ihtilaf etdikleri mes'elelerden ve en büyüklerinden
biride hiç şüphesiz Rabıta,Tevessül ve Istiğase mes'elesi'dir.Ayrıca hakkında ifrat ve tefrit'e gidilen bir
konudur.Yukarıda zikretdiğimiz Maide 35 tevessüle ve istiğaseye delil teşkil ediyormu? Tevbe 119
Rabıtaya delilmidir değilmidir?...... Alimlerin büyük bir kısmı bu ayeti kerimelerin ve takviye eden
bazi hadislerin Tevessül icin delil teşkil etdiklerini savunurken,bir diger kısım ilim adamları delil teşkil
etmediklerini ve hatta dahada ötesi bir kaç şekli müstesna rabıta ve tevessülün şirk olduğunu iddia edip
savunmaktadırlar.Ayrıca bu konuda bazı ayeti kerimeleri ve yine takviye eden hadisi şerifleri delil
olarak getirmektedirler. Evvela her iki tarafinda delil ve beyyinelerini kısaca zikretmek istiyoruz;
*) Delil olarak kabul etmeyen ilim adamları,sadece peygambere (s.a.v) ve kişinin yapmış olduğu kendi
salih amelleriyle yapacağı tevessülün ancak caiz olacağını bunun dışında her türlü tevessülün caiz
olmadığını söylerler.Ve bu iki şekil tevessülün caiz olduğu hususunda her iki tarafda müttefikdirler.
Bu iki şeklin dışında kalan tevessül çeşitlerinin caiz olmadığı ve hatta kişiyi şirke kadar
götürebileceğine delil olarak otaya koydukları beyyineleri şunlardır;

Dikkat edin, halis din Allah'ındır; O'nu bırakıp da putlardan dostlar edinenler: "Onlara bizi Allah'a
yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz" derler. ( Zümer/3 )

„ Biz ona ( insanogluna) şahdamarından daha yakınız..“ Kaf/16

„Eğer kullarım sana beni sorarlarsa, şüphesiz ki ben onlara çok yakınım. Dua edenin duasına, her
zaman karşılık veririm.“ Bakara/186

„O inkârcı putperestler Allah’ı bırakıp, ne kendilerine ne de kendilerine tapanlara yarar ve zarar vermeyen,
veremeyen cisimlere tapıyorlar ve bunlar “Allah yanında şefaatçilerimizdir” diyorlar.“Yunus/18

Istiğase ( Allahtan başkalarından yardım taleb etmek) hususunda ise ;
„ Sadece sana kul köle olur, yardımı da sadece senden isteriz.“ Fatiha/5

Hadisi-serif; „ Dileyince Allahtan dile,yardim isteyince Allahtan iste“ (Tirmizi, ibni Abbastan)

Buharinin rivayet etdiği hadisi şerifte; yağmurun kesilmesinden muzdarip olduklarında Hz.Ömerin
resulu ekremin amcası Hz.Abbasla tevessül ederek yağmur duasına çıktığı ve dolayısıyla
hz.peygamberle değilde amcası hz. Abbas ile tevessül etmesini delil olarak getirmektedirler.
Ayrıca sahih bir hadiste zikrolunan ve mağarada kapalı kalıp çıkamayınca kendi yaptıkları salih
amelleriyle tevessülde bulunan üç kişinin bu tutumlarınıda delil olarak zikrederler.Ki hadis sahih'dir.
Bu ve benzeri ayet ve hadisleri delil olarak alan bu kısım ilim adamları aslında sadece peygamber
efendimize ki oda sağlığında tevessül edile bilineceğini,ve birde mağarada kapalı kalan üç kişi
hadisinde ki kendi amelleriyle tevessülün dışındaki her türlü tevessülü reddederler.Kabir ehlinden
yardım ( istiğase ) dilemeği ve onlardan taleblerde bulunmayı şirk kabul ederler.Ve deliller getirirler.
**) Yukarıda zikrettigimiz ayeti kerimeleri tevessüle delil olarak kabul edenler ayrıca:
“Ey İnananlar! Allah'tan sakının, O'na ulaşmaya yol(vesile) arayın, yolunda cihad edin ki kurtulasınız.
Maide/35
''Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve sâdıklarla beraber olun.“ Tevbe/119
Yukarıda da zikrettiğimiz,Ibni Ömer (r.a)den Buharinin (r.alh) rivayet etdiği yağmurdan dolayı bir
mağaraya sığınan ve orada kapalı kalıp çıkamayınca daha önce yapmış oldukları salih amelleriyle
tevessül ederek Allahu tealaya yalvarmaları ve bu şekilde oradan kurtulmalarını anlatan hadisi şerifi
delil olarak getirirler.Hadis sahih 'dir.

Başka bir hadisi şerifde; Adamın birisi hz.peygambere gelip:Ya resulallah (s.a) gözümden
oldum.Açılması için bana duada bulunurmusun“deyince Allah resulu (s.a) ona“:Abdest al,iki rekat
namaz kıl,sonrada deki;“Allahım senden dilerim ve peygamberin Muhammedin (s.a) hürmetine sana
teveccüh ediyorum.Ey Muhammed (s.a)! Gözümün açılması için senden şefaat dilerim,Allahım
peygamberini bana şefaatcı kıl.“dersin.Yine efendimiz ona:“Şayet senin başka ihtiyacında olursa bu
gibi duada bulun(yani yine böyle dua et).“buyurdu. ( Nesai-Tirmizi-Ibi Mace ) Hadis sahih denmiştir.
Ve yine hz.Enes b.malik'den (r.a)rivayet edilen sahih bir hadise göre Hz.Enes derki:“Ali bin Ebi Talibin
annesi Fatima binti Esed vefat edince,peygamber efendimizi (s.av) küçük iken bakıp beslediği için
peygamber (s.a.v)onun cenazesine geldi,baş ucuna oturup buyurdularki:“Ey Annemden sonra annem!
Allah sana rahmet etsin“dedi ve onu methetti.Kabrinin kazınmasını emretti.Hafriyati-.lahde gelince
kendi eliyle lehdini kazdı,eliyle toprağını çıkardı.Kabir işi tamamlandıktan sonra şöyle dedi:“Dirilten
ve öldüren Allah'tır.Ey Rabbim,peygamberlerinin (benim) ve benden evvelki peygamberlerinin
hürmetine anam Fatima binti Esedi bağışla,yerini geniş eyle.Çünkü sen merhamet erdenlerin en
merhametlisisin.“buyurdu.( Bu hadisi Tabarani“El-Kebir“ ve „El-Evsat“adlı eserlerinde,Ibni Hibban ile
Hakim,sahih bir senetle rivayet etmişlerdir)

Yusuf ed-Dicvi bu hususda şöyleder:“Şunu da ilave edelimki,salih amellerle tevessül etmenin
caiz olduğu meselesi bizimle (muhalifler) arasında ittifak edilen bir konudur.Öyle ise peygamberlere
veya salih zatlara tevessül eden kimsenin maksadı onların,Allahın sevdiği salih
amelleriyle'dir.Mağarada sıkışıp kalan üç kişi hakkında hadisi şerif rivayet edilmiştir.Demekki bu
ikimizin arasında kabul edilen bir meseledir.Salih zatlara tevessül eden kişi,şüphesiz ancak salih
oldukları için onlara tevessül eder.Nihayet mesele aramızda ittifak ettiğimiz salih amellerle tevessülün
caiz olduğuna döner. ( Yüksek ulema heyetinden,Yusuf ed-Dicvi )


HULASAYI KELAM



1-Görüldügü gibi her iki tarafta kendi görüşlerine dair ayet ve hadislerden deliller getirmekte'dirler.

2- Dua ve ibadetlerde tevessül ve istiğaseyi bir tarafa bırakıp sadece Allahu tealaya yalvarmak,ondan
başkasınsan bir şey taleb etmemek her ne kadar kuranın zahirine uygun olamakla beraber, kalkıp
sünnetle sabit olan şekliyle peygamberlerle ve salih zatlarla tevessül eden müslümanları,bidatcılık ve
hatta şirkle itham etmek merhamet ve insaf sınırlarını aşan çirkin bir tutumdur.Kaldıki müşrikler
hakkında nazil olan ayeti kerimeleri müslümanlara hamletmek sonderce sakat ve yanlıştır.Zira ayeti
kerimelerde,müşriklerin putlara şefaatcı olmaları için ibadet etdikleri zikrolunmaktadır.Halbuki
müslümanlardan tevesssül edenler ne peygamberlere ve nede salih zatlara ibadet etmemektedirler.
Peygamberi (s.a.v) veya salih bir kulu vesile ederek“Yarabbi!peygamberin hürmetine beni bağışla“
diyerek Allahu tealaya el açıp yalvaran,dolayısıyla Allahtan bağışlanmak dileyen ve isteyen bazı
müslümanlarla, putları aracı ve birer ilah edinerek onlara yine kuranın ifadesiyle ibadet eden,onların
huzurunda eyilip secde eden,onların önlerinde yine o putların isimlerini anarak seslenerek kurban
kesen müşrikleri bir tutmak ve müşrik demek, bilmiyorum acaba hangi vicdan ve insafla bağdaşır ?

3- Ancak, tevessül ve istiğase hususunda bir meseleyi dikkatli ele alamak gerekmekte'dir.Tevessül
hakkında delillerin varlığını gördük,tevessül;“ peygamberi veya salih zatları vesile edinmek, onların
hürmetine duada bulunmakdır.“ Istiğase ise „Allahtan başkasından yardım istemek,talebde
bulunmakdır“ Işte bu hususta dikkatli olmaklazım,Zira Allahı bırakıp insanlardan veya ölmüş bazı
zatlardan direk olarak ihtiyacının giderilmesini taleb etmek veya bana yardım et gibi isteklerde
bulunmak,kabirleri başında dikilip çocuğu olmayanların çocuk istemesi,hastaların onlardan şifa
beklemeleri,çabutlar bağlayıp adaklar adamaları islamın temel esaslarına ters düşen ve aykırı olan
hareketlerdir.Kişiyi sapık itikatlara ve şirke kadar sürükleyici tavırlardır.Bid'at ve haramlardır.Elbetdeki
Istigaseden (yardım talebinden) kasdımız,insanlardan taleb edilen sosyal ve insani yardımlasmalar
değil,çünkü o tür yardımlarda bulunmak veya taleb etmek makbul ve doğaldır.Burada kasdettiğimiz,
Allahu tealadan başka kimsenin yerine getiremeyeceği yardım ve destek çesitleri dir.Işte Istiğase bu
manada caiz değildir,ve tehlikelidir.Bu gün birtakım sofilerin sıkıştıklarında „ya şeyhim yardim et,yetiş
ya Abdulkadiri Geylani,vb.söz ve çağrıları gibi. Bu gibi şeyler halıkı bırakıp,mahluka sığınmaktır.


4-Gerek Maide 35 ve gerekse Tevbe 119 da bazı tarikatcıların iddia etdiği gibi Rabıta için bir deli teşkil
etmemekte'dir.Cumhuru müfessiri izam hazaratları buhususda müttefikdirler.Çünkü rabıta hicri atı
veya yedi yüz yıllarında ortaya atılmış bir konudur.Çok zayıf tevil ve delillere yaslanmak suretiyle
iman veitikatı ilgilendiren böylesi meseleler hususunda yanlış iddialarda bulunmak akıllı bir kişinin
yapacağı,kabul edip savuna bilecegi bir şey degil.Akıllı mümin kitab ve sünnete temessük edendir.


5-Tevbe 119 ayeti kerimenin nuzul sebebinde görüleceği gibi,tebuk savaşında peygamber ve sahabesiy
le birlikde gazveye çıkmayanlara uyarı ve tehdit mahiyetinde inzal buyrulmuştur.Sadıklarla beraber
olun onlardan yani peygamber ve müminlerin yolundan ayrılmayın manasını içermekte'dir.Kalkıp bu
ayeti kerimedeki „sadıklarla beraber olun „ifadesinden Rabıta manasını çıkarmak ve rabıtaya delil
olarak göstermek hakikatla ve ilimle bağdaşmamakta'dır.


6-Tevessülün caiz olduğunu savunan ulemanın ifadelerine dikkat edersek,hiç birisi bu gün bazı tarikat
ların mutlaka yapılması geretiğini iddia etdikleri rabıtadan söz etmemekte'dirler.Rabıtanın, tarikat
cıların ve sofistlerin yaptığı mana ve şekliyle yapılacağına veya caiz olacağına dair sahih ve muteber
bir delil bulunmamakta'dır.Aksine Bid'at ve uydurma oldugu tesbit edilmekte'dir.


7-Rabıta kelime olarak Kuranda; Kehf-14/ Kasas-10 / Enfal-11 ve 60 /A.Imran-200 de geçmekte'dir.
Kuranda değişik siğadada olsa geçen bu kelimeler her biri aşağı yukarı aynı manayı ifade etmektedir.
Ki, beraber olmak,bağlı bulunmak,gözetmek ve yakınlık gibi manalar ifade ederler.
Şayet Rabıtadan kasıt kişinin sevdiği zevat ve şahsiyetleri düşünmesi,hayal etmesi ve tefekkür etmek
suretiyle hatırlaması ise buna kimsenin karşı çıkacağını ve bid'at ve yasak olduğunu iddia edeceğini
hiç zannetmiyorum,Zira bu çok doğal olan bir şeydir,ve hatta güzel olan bir tutumdur.Allah resulunu
ve onun güzide ashabını,onların dini mübini ahmediyye uğrunda gayret ve mucadelelerini,zühd ve
takva dolu hayatlarını düşünüp, tefekkür edip kişinin kendi kendine nefis muhasebesi yapması gibi.


8- „Âdab“ ismli ve benzeri tasavvufi eserlerde iddia edilen ,Rabıtasız Allaha ulaşılamayacağı,
rabıtasız gerçek manada takva ehli olunamayacağı ve hatta kurtuluşa erişilemeyeceği,yine rabıtasız
resulullaha (s.a.v) ittiba edilmiş olunamayacağı gibi (ki burada yine kasdolunan kendilerinin yapmış
ve yapmakta oldukları şekildeki rabıtayı kasd etmektedirler) söz ve iddiaları mesnetsiz ve saçmadır.
Zira Allahın resulu (s.a.v)efendimizden,gerek Buhari ve gerekse Müslimde zikrolunan hadisişeriflerde,
mektubatlardan yani farz kılınmış olan ibaderlerin haricinde hiçbir nafile ibadette bulunmayacağını
söyleyen ve hatta bu hususda yeminle konuşan şahıs hakkında Allah resulu (s.a.v);şayet dediğini
yaparsa (yani farz olan ibadetleri kusursuz yerine getirirse,velevki nafile ibadetlerde bulunmasada
Allaha şirk koşmadığı müddetce bu hal üzere ölürse) cennete gireceğini söylemektedir.Işte bu hususu
iyi tefekkür etmek lazım.Yine bugün islam aleminin birçok beldelerinde ilim ve irfandan çok uzak bir
halde,kadın ve erkeklerin bir arada hoplaya zıplaya raks etdiklerini,insanı imandan çıkarıcı bir çok
küfür dolu sözleri sarf etmek suretiyle zikretdiklerini(güya),ve benzeri bir çok küfre ve şirke götürücü
ef'al ve akvallarına şahid olmaktayız.Allahu teala bu tip insanlara basiret ve hidayetler nasib eyleyip
bu hallarinden kurtarsın,bizleride bu tip insanların şerlerinden ve amellerinden hıfzı muhafaza buyu-
rup,ayaklarımızı dininde sabit kılıp kaydırmasın.Kuran ve sünnete ittibadan ayırmasın. Amin.



بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ Ders: 8-


وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ مَنَعَ مَسَاجِدَ اللهِ اَنْ يُذْكَرَ فِيهَا اسْمُهُ وَسَعَى فِى خَرَابِهَا اُولَئِكَ مَا كَانَ لَهُمْ اَنْ

Bakara/114 * يَدْخُلُوهَآ اِلاَّ خَائِفِينَ لَهُمْ فِى الدُّنْيَا خِزْىٌ وَلَهُمْ فِى اْلاَخِرَةِ عَذَابٌ عَظِيمٌ

„Allahın mescidlerinde, Allah'ın adının anılmasına engel olan ve onların harab olmasına çalışandan daha zalim kim vardır? Bunların, oralara korka korka girmeleri gerekir (başka türlü girmeğe hakları yoktur). Bunlar için dünyada rezillik, ahirette de büyük azab vardır.“Bakara/114

Ayeti kerimenin nuzul sebebine dair:

Allah'ın mescidlerinde, Onun adının anılmasına engel olan ve onların harap olmasına çalışandan daha zâlim kim vardır?!.. Bu soru, bu işi yapanlardan daha zâlim birisinin bulunabileceğinin çok uzak ve imkânsız olduğunu vurgular. Yani, insanların, Allah'ın evlerinde O'na kulluk etmesini engelleyen ve Romalıların Beyt-i Makdis'i yıktıkları veya Kureyş kâfirlerinin Beytullah'ta ibadeti engelledikleri gibi o mescitlerin harap olmasına çalışan kimseden daha zâlim hiç kimse yoktur,: O kâfirlerin mescitleri yıkma veya oralarda ibadeti engelleme cüretleri bir tarafa, oralara korku içinde ve boyun eğmeksizin girme hakları da yoktur. İşte yukarıda adı geçenler için dünyada zillet ve zorluk vardır. Onlar ahirette de büyük bir azab yani cehennem azabı içindedirler. ( Saffatut-Tefasir,es-Sabuni)

Bu âyet-i celîle bazı rivayetlere göre Kudüs'ün tahribi üzerine nazil olmuştur. Bir başka rivayete göre; peygamberi ve ashabını Mekke'ye girmekten alıkoyan müşrik Araplar hakkında nazil olmuştur. Bir diğer rivayete göre; ilerde müslümanların mukaddes makamlarına saldıra-cak ve onları mukaddes ma'bedden uzaklaştıracak kavimler hakkında nazil olmuştur. Ancak kelâm umûmîdir ve tüm ehl-i kitâb ile onların yolunda olanlara hitâb etmektedir.

Allah'ın mabedlerini tahrîbten ve insanları ibâdetten alıkoymak­tan daha büyük bir zulüm olamaz. Ne şekilde olursa olsun, mescidlerde Allah'ın adının anılmasını önleyen ve mescidlerin vazifesini yapması­na engel olandan zâlim kimse yoktur. Bunu yapanlar, Allah'tan uzak­tırlar. Onların mescidlere korku ve ürperti içerisinde girmekten başka yapacakları birşey yoktur. Müslümanlar güç ve kudret kazanınca ve Kur'an'ın hükümlerini yerine getirince, Allah yolundan alıkoyanlar ma-bedlere ancak korku içerisinde girebilirler. Aksi takdirde müşrikler ma-bedlere girmekle kalmayacaklar, onları tahrîb edeceklerdir. Mescidlerde Allah'ın adının anılmasına engel olanlar, dünyada zillet ve âhirette de azaba çarptırılırlar. Doğusuyla Batısıyla tüm yeryüzü Allah'ındır. Nerede namaz kılarsanız ve Allah'a yönelirseniz Allah oradadır. Allah hiçbir mekâna sığmaz, O, bütün mekânı ihata eder . ( bak,Tefsiri- ibni Kesir (r.alh))

وَالَّذِينَ اتَّخَذُوا مَسْجِدًا ضِرَارًا وَكُفْرًا وَتَفْرِيقًا بَيْنَ الْمُؤْمِنِينَ وَاِرْصَادًا لِمَنْ حَارَبَ اللهَ وَرَسُولَهُ مِنْ قَبْلُ
وَلَيَحْلِفُنَّ اِنْ اَرَدْنَا اِلاَّ الْحُسْنَى وَاللهُ يَشْهَدُ اِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ * لاَ تَقُمْ فِيهِ اَبَدًا لَمَسْجِدٌ اُسِّسَ عَلَى
Tevbe/107-108 * ....... التَّقْوَى مِنْ اَوَّلِ يَوْمٍ اَحَقُّ اَنْ تَقُومَ فِيهِ

„Zarar vermek, inkâr etmek, mü'minlerin arasıni ayırmak, Allah ve Peygamber'ine karşı savaşanlara daha önceden gözcülük yapmak üzere bir mescid kurup "Biz sadece iyilik yapmak istedik" diye yemin edenlerin ya­lancı olduklarına şüphesiz ki Allah şahiddir.Orada asla namaza durma. Şüphe­siz ki, ilk gününden itibaren takva üze­rine kurulan mescitte namaza durman daha uygundur.....“ Tevbe/107-108

Ayeti kerimelerin nuzul sebebi:

Münâfıklar Medine’de Rasulullah ve Müslümanlara zarar vermek, komplo kurmak üzere böyle bir mescid inşa ettiler. Ebu Amır adında daha önce Hıristiyan olmuş, Hıristiyanlıkta  çok ilerlemiş, ilim sahibi, yetki sahibi olmuş, Rahip olmuş bir Allah düşmanı vardı. Allah ve Resûlüne karşı her tür düşmanlıkların, her tür komploların içinde bulunmuş bir kâfir. Bedir-de, Uhut’ta, Hendekte ve diğer savaşlarda hep müşriklerin safında yer almış, müşriklere destek sağlayıp onları peygambere karşı kışkırtmış bir adam. Ama Hendek’te Rabbimizin yardımıyla mü’minlerin Mekkeli müşriklere ve onların safında yer alan tüm birleşik ordulara karşı galip gelmelerinden ve daha sonra gerçekleşen kesin fetihten, Mekke’nin fethinden sonra Rasulullah’ın karşısına hiç bir güçle çıkamayacağını anlamıştır. (bak,Besairul-Kuran)
Muhammed İbn İshâk İbn Yessâr'ın Zührî kanalıyla... Asım İbn Ömer İbn Katâde ve başkalarından rivayetine göre; onlar, şöyle demiş­tir : Allah Rasûlü Tebûk'den gelişinde Medine'ye bir günden az bir mesafede bulunan Zû Evân'da konakladı. Daha önce o, Tebûk için ha­zırlanırken mescid-i dırâr'ın sahipleri ona gelmişler ve : Ey Allah'ın el­çisi, biz hastalıklı ve ihtiyâçh kimseler için yağmurlu ve soğuk gecelerde (namaz kılmaları İçin) bir mescid inşâ ettik. Gelip orada bize namaz kıldırmanı isterdik, dediler. Hz. Peygamber : Ben şimdi yola çıkmak üzereyim ve meşgulüm. —Veya buna benzer bir söz söyledi— Allah diler de gelirsek (dönersek) size gelir ve orada size namaz kıldırırım, buyurdu. (Dönüşünde) Zû Evân'da konakladığında bu mescidin haberi (mescid-i dırâr olduğu) nazil olunca Allah Rasûlü (s.a.) Salim İbn Avf oğullarından Mâlik İbn ed-Dahşum ve Ma'n İbn Adiyy'i veya Bil'ac-lân kabilesinden olan kardeşi Âmir İbn Adiyy'i çağırdı ve : Gidin, hal­kı zâlim olan şu mescidi yıkın ve yakın, buyurdu. Sür'atle çıkıp Mâlik İbn ed-Dahşum'un topluluğu olan Salim İbn Avf oğullarına geldiler. Mâlik, Ma'na : Beni bekle, ailemden sana ateş getireyim, dedi. Ailesinin yanına girip yapraklı bir hurma dalı aldı, onu yaktı, sonra çıkıp hızla gittiler ve mescide girdiler. Mescid halkı mescidin içindeydi. Mescidi yaktılar, yıktılar. İçindekiler kaçıp dağıldı.“ ( bak,Tefsiri-ibni Kesir )

AYETI KERIMELERDEN ALINACAK DERSLER


1- Bakara 114 de işaret buyrulduğu gibi,mescidler Allahu tealanın evleri,müminlerin mabedleri 'dir.
Oralarda Allahu teala zikredilir,ona ibadet edilir.Yine o mescidlerde onun mübarek ve mukaddes
kitabı Hz.kuran insanlara tek bir ayeti bile ketmetmeksizin anlatılır ve açıklanır.Aksi halde mescide
zulum ve ihanet olur.Allahın mescidinde,Allah düşmanları övülüp,methu sena edilmez ve anlatılmaz.

2- Allahın mescidlerinde,onun aziz dinine ihanet etmiş olan zalim ve münafıkların anlatılıp övgüyle
bahsedilmesi nasıl bir zulum ise,Allahın mescidlerinde, göndermiş olduğu kitabı tüm hakikatlarıyla
ve gerçekleriyle insanlara anlatmamak veya anlatılmasına engel olmakta aynı şekilde zalimlik'dir.
Imamların ağzına adeta gem vurup,onlara haftalık cuma sohbetlerinde anlatacaklarını önceden belirle
mek,kendilerinin musaade ettiği şeyleri,musaade ettikleri kadar anlattırmak ne islama ve nede insanlı
ğa sığan bir tutum ve tavırdır.Elbette burada bu tavır gayesiz bir tavır ve tutum değildir.Bunun arka
sında yatan gaye,ğayri ihtiyaride olsa şeriatın bazı gerçeklerinin gündeme gelmesini engellemek'tir.

3- Tevbe 107-108 de Mescidi- Dırar'dan bahsedilmektedir.Yani Zarar veren,zararlı mescidler.
Demekki Takva mescidlerin yanı sıra zarar veren, müminlere zararlı olan mescidlerde mevcut olabil-
mekteymiş. Ayeti kerimede Mescidi- Dırarların özellikleri şöyle sıralanmaktadır ;

a) Zarar vermek:Misal: Allahın kanunlarını kabullenmeyip,şirk kanunlarıyla yöneten tağut ve munafık
lara itaata çağırmak,bazı ayeti kerimeleri ketmetmek açıklamamak suretiyle insanlara zarar vermek.
Zira mescidlere gelen insanlar oralarda islamın hakikat ve gerçeklerini ögrene bilmek,Allahın kitabı
nı anlaya bilmek gaye ve niyyetiyle gelmektedirler.Tevhidi hakikatlar ketmedilip analtılmadığı için
bu insanlar tağuti ve şirki bir hayata itilmiş olunacaklarından zarar ve ziyana uğrayacaklardır.

b) Inkar etmek: Misal;Kur'anın aynı zamanda bir anayasa,şeriatın kanun olduğunu inkar etmek,veya
inkar eden kabul etmeyen inkarcı idare ve tağutlara sevgi beslemek,sahiplenmek,onlara itaata çağır
mak ,onların birer tağut olduklarını söylememek suretiyle küfür ve inkarlarını meşrulaştırmak gibi.

c)Müminlerin arasına tefrika sokmak: Misal;Yukarıdan beri zikrettiğimiz tahribatları gerçekleştirmekle müslümanların arasını açmak.Yani iki sınıf insan meydana getirmek suretiyle
müslümanların birlik ve beraberliklerini,gücünü ve vahdetini bozmak, engel olmak.
d)Daha önce Allaha ve resuluna karşı harb etmiş olanları gözetmek:Misal; Dini devletden,devleti dinden ayırmakla ,devleti dinsiz,dini ise devletsiz bırakmak suretiyle Allaha ve resuluna harb ilan etmiş olan münafıkları methu sena etmek,onların inkilaplarını övgülerle anlatmak,yine o tağutları yerenlere karşı koruyup mudaafa etmek suretiyle onların hak ve hukuklarını gözetmek.

4-Binaen aleyh,işte bu gaye ve niyyetle inşa edilen mescidler birer Mescidi-Dırar'dır.Oralarda namaz kılmak ayeti kerimede kesinlikle yasaklanmaktadır.Bu dört vasıf ve özelliğe sahip olan
mescidlerde namaz kılmak asla caiz olmadığı gibi,bu kafa yapısına sahip imamların arkalarında
namaz kılmakta caiz değildir.Bunun aksini savunan ve iddia edenler ya tevhidi anlayamamış bi
rer cahil,veyahutda tağut ve munafıkların Avukatlığını üstlenen birer inatcı bel'amlardır.

5- Bir kimse, Ashabın tanınmış tabiilerinden olan Atâ b. Ebi Rabah'a sordu: "Benim kardeşim Emevî hakimiyetinde olan Kûfe'nin vali kâtibi...
Gerçi halkın meseleleriyle ilgili kararları o vermiyor ama kararlar onun kalemiyle neşrediliyor. Bu hizmeti sürdürmek zorunda, çünkü bu onun tek gelir kaynağı..." Hz. Atâ bu ayeti okudu ve şöyle dedi: "O kardeşin kalemini elinden atsın. Rezzak Allah'dır." ( bak,Tefhimul-kurani)

"Abdurrahman b. Müslim, Dahhak'dan yalnızca Buhara'ya gidip oradaki memurların maaşlarını dağıtmasını istemişti, fakat o bunu bile reddetti. Arkadaşları bunda bir kötülük olmadığını söyleyince şöyle cevap verdi: "Bir zalime hiç bir şekilde yardımcı olmak istemem." (Ruh'ul-Meani c:20, sh: 49)

İmam ebu Hanife'nin hayat hikayesini sahih biçimde yazanlardan el-Muvaffak el-Mekkî, İbn el-Bezzâz el-Karvarî, Molla Ali Kârî, v.s de dahil olmak üzere tümü, Mansur'un başkomutanı Hasan b. Kahtuba'nın sırf imamın direktifiyle görevinden şu sözleri sarfederek istifa ettiğini kaydetmişlerdir: "Bugüne kadar sizin saltanatınızın lehine yaptığım şeyler eğer bu saltanat Allah yolunda idiyse bana yeter. Yok eğer zulüm ve zorbalık yolunda ise amel defterimdeki günahlarıma yenilerini eklemek istemiyorum." (bak,Tefhimul-kurani)

Bir parça dünyalık elde edeceğiz diye zalimlerin tellallığını yapanlar,kürsülerde tağutları methu sena eden,ama islam devletinden ve şeriat kanunlarından asla bahsetmeyen ve dolayısıyla ahiretlerini heba eden imamların kulakları çınlasın.Allahu tealaya hesap vermek yakındır.......




بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ Ders: 9-

وَاِذْ يَتَحَاجُّونَ فِى النَّارِ فَيَقُولُ الضُّعَفَآءُ لِلَّذِينَ اسْتَكْبَرُوآ اِنَّا كُنَّا لَكُمْ تَبَعًا فَهَلْ اَنْتُمْ مُغْنُونَ عَنَّا نَصِيبًا
Mümin/47-48 * مِنَ النَّارِ - قَالَ الَّذِينَ اسْتَكْبَرُوآ اِنَّا كُلٌّ فِيهَآ اِنَّ اللهَ قَدْ حَكَمَ بَيْنَ الْعِبَادِ

“Ateşin içinde birbirleriyle tartışırlarken, mustaz’aflar (Güçsüzler) müstekbirlere (Büyüklük taslayanlara): “Doğrusu biz size uymuştuk, şimdi ateşin bir parçasını olsun bizden savabilir misiniz?” derler. Müstek-birler de: “Doğrusu hepimiz onun içindeyiz. Şüphesiz ki Allah kullar arasında hükmünü vermiştir,” derler.”  Mümin/47-48
 Ayeti kerime Hakkında
Cehennemde, ateşin içinde aynı azabı paylaşan insanların tartışmalarını, birbirlerini suçlamalarını anlatıyor burada Rabbimiz. Demek ki bu iki grup da cehennemdedir. Demek ki mustaz’afların zayıflığı onları kurtaramayacaktır. Davar sürüsü gibi idarecilerinin kanunlarına itaat etmek zorunda kalmış bu insanların, “ne yapalım, biz güçsüzdük, zayıftık, gücümüz kuvvetimiz yoktu, elimizden bir şey gemli-yordu,” demeleri onları kurtaramayacaktır. Çünkü Allah onlara akıl, irade vermişti. Seçme hürriyeti vermişti Allah onlara. Bunlar hiçbir zaman böyle sürüler değildi. Berikiler onların iradelerini satın almak istedikleri zaman, boyunlarına ip takıp kendilerine kul-köle yapmaya zorladıkları zaman, hiçbir tepki göstermediler. Sanki bu işe dünden razıymış gibi boyunlarını teslim ettiler. (Besairul-Kurani)

وَيَوْمَ يَعَضُّ الظَّالِمُ عَلَى يَدَيْهِ يَقُولُ يَالَيْتَنِى اَتَّخَذْتُ مَعَ الرَّسُولِ سَبِيلاً - يَاوَيْلَتَى لَيْتَنِى لَمْ اَتَّخِذْ
Furkan/27-29 * فُلاَنًا خَلِيلاً - لَقَدْ اَضَلَّنِى عَنِ الذِّكْرِ بَعْدَ اِذْ جَاءَ نِى وَكَانَ الشَّيْطَانُ لِلاِنْسَانِ خَذُولاً

“O gün, zalim kimse ellerini ısırıp: “Keşke Peygamberle bir yol tutsaydım, vay başıma gelene; keşke falancayı dost edinmeseydim. Andolsun ki beni, bana gelen Kur'an'dan o saptırdı. Şeytan insanı yalnız ve yardımcısız bırakıyor” der.” (Furkan/27-28-29)

Nüzul Sebebi

Rivayete göre, Ubeyy b. Halefin arkadaşı olan Ukbe b. Ebî Muayt bir ziyafet hazırlayıp Kureyşlileri ve Rasulullah (s.a.v.)'ı davet etti. Yemek ge­tirilince Rasulullah (s.a.v.): "Sen, benim Allah'ın elçisi olduğuma şehadet getirinceye kadar yemeğini yemem" dedi. Bunun üzerine Ukbe şehadet ge­tirdi. Rasulullah (s.a.v.)'da onun yemeğini yedi. Ubeyy b. Halef bunu duyun­ca, arkadaşı Ukbe'ye: "Dinden çıktm" dedi. O da: "Hayır çıkmadım. Fakat evime büyük bir adam geldi ve kendisinin peygamberliğine şehadet getir­medikçe yemeğimden yemedi" dedi. Bunun üzerine Übeyy ona şöyle dedi: "Muhammed'i görür de yüzüne tükürmez, boynunu çiğnemez ve şöyle şöyle demezsen, senin yüzün bana haram olsun." Allah'ın düşmanı, dostunun ken­disine emrettiğini yaptı. Bunun üzerine Yüce Allah: O gün zâlim ellerini ısırır" âyetini indirdi."
( Fahreddin Râzî, et-Tefsîrul-kebîr/Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir )

Zalim ve Munafıklara tabi olanların cehaletleri kendileri için bir mazeret teşkil edermi ???
Ayeti kerimeler,her nekadar Ubeyb.Halef ve arkadaşları hakkında nazil buyrulmuşsada,yine müfessir-
ler ayeti kerimelerin umuma hitab olduğunu zikretmektedirler.Yani zalim ve müşriklere tabi olanlar
Allahın kitabı ve resulunun sünneti ortada oldugu halde böyle yaptıkları için mesu'l ve suçludurlar.
Hangi şartlarda ve hususlarda kişinin cehaletinin (bilgisizliğinin) mazeret olabileceği,ve yine hangi hu-
suslarda mazereti kabul edilemeyeceği hakkında islam ulemasının görüş ve fetvalarına bakalım:

İSLAM ULEMASININ BU HUSUSDAKİ (CEHALET VE MAZERET ) GÖRÜŞLERİ :

Genel kaide olarak:“Darul-Harb de bilmemek (cehalet)mazeret'dir.Ancak Darul-Islamda bilmemek ma
zeret değil'dir.“denmiştir. (Ameli meseleler kasıt olunmaktadır.) < bak, Multeka, El-Mebsut,vd.leri.>

Imamı Kasani (r.alh):Darul-Islam, islam ahkamının icra edildiği darul-ilimdir.Burada cehalet bir maze-
ret değildir.Darul-Harb ise;darul-cehaletdir.Bilmemek bir mazeretdir.Ancak Allaha iman etmek konu-
sunda(Tevhidi konularda)her iki darda'da yani hem Darul-islamda ve hemde Darul-harb de bilmemek
mazeret değil'dir.“demektedir. (El Bedaiu's Senai fi Tertibi's-Serai--Darul harb fıkhı/ M.Celik))

Imamı Kurtubi (r.alh): Şüphesiz her mükellefin üzerine tevhidi ve tevhidi yok eden durumları öğren-
mek farz'dır.“ der. ( El-Camiu li Ahkamil kuran )

Ibni Teymiyye (r.alh): Evet Darul-harb bir darul-cehalet'dir.Bu darda müslümaların en önemli meselesi tevhid'dir.Esasen her zaman ve her mekanda müslümanların en önemli meselesi imandır.“der.
( Minhacussünne/D.Harb fıkhı, M.Celik)

Molla Aliyyul Kari (r.alh) : Bilki bir kimse ikrah olmaksızın ve manasına inanmadan bilerek bir küfür
kelimesini telaffuz ederse onun küfrüne hüküm verilir.Fakat bilmeden o kelimeyi söylerse Kadihan fet-
vasına göre bu kişinin küfründe ihtilaf vardır.Ancak ben birinci görüşü tercih ederim.Fakat eğer konu
zaruriyyatı- diniyyeden ise söyleyen kafir olur.Cehaleti özür sayılmaz. (A.Kari/Fıkhı Ekber şerhi,244)

Şeyh Abdulkadir bin Abdulaziz cehaletin mazeret olduğu durumlardan bir tanesinin ilim elde etme imkânına sahip olmamak olduğunu söyledikten sonra "Vacip olan ilmi talep etmek için gerekli çabayı sarfetmeyen ve kusurlu davranan kişilerin cehaleti mazeret değildir" demiş ve bu görüşüne dair 15 ayrı âlimden nakillerde bulunmuştur. (El-Cami fi Talebil ilmis-serif/Cehalet Özrü,Murat Gezenler)

SeyhEbu Muhammed el-Makdisi :"Tekrar belirtmek isteriz ki, anayasaya (gayri-islami anayasalara)) yemin etmek, ona ve kanunlarına saygılı olmak ve anayasaya uygun kanunlar yapmak gibi bizzat küfür olan işler için parlamenterleri seçen kişileri cehaletlerinden dolayı mazur görmüyoruz. Bu konuda “Cehalet Özrü” muteber değildir. Çünkü bu, bütün peygamberlerin gönderiliş amacı olan Tevhid ilkesine açık bir küfürdür. Bunu bilmemek, öğrenme imkânı ve kolaylığı bulunduğu halde dinin temeli olan bir şeyi öğrenmeyi reddetmek demektir. Kaldı ki aklı başında bir insanın yasama hakkının Allahu Teala’nın hakkı olduğunu bilmemesi mümkün değildir. Özellikle tağutların kendi ve parlamentolarının hakkı olarak gördükleri ve genel olarak bütün din ve dünya işlerini kapsayan yasama konusundan insanın habersiz olması sözkonusu değildir." ( Tekfirde Hatalardan Sakındırma/ Seyh el-Makdisi /M.Gezenler)

Beyazı Zade, İmam Ebu Hanife’nin itikadi görüşlerini topla­dığı"el-Usulu-l Munife Li İmam Ebu Hanife" isimli eserinde ko­nuya dair şunları söylemektedir:
„ Bir kişi tevhid ilminin inceliklerinden bir şeyi anlamakta zorluk çekse, bir âlime soruncaya kadar Allah katında doğru olan ne ise onun hak olduğuna inanması gerekir. Sormayı erteleyerek te­reddüt içerisinde kalması caiz değildir. Zira daimi tereddüt kü­fürdür."1 ( Cehalet Özrü / Murat Gezenler)
Ibni Hazim: Kişi cehaleti ile ve bilgiden yoksun olması ile mazur olabilir. Kendisine Nebi'nin varlığı ulaşan kimse ise yeryüzünün neresinde olursa olsun onu araştırması kendisine farzdır. Eğer kendisine Nebi'nin uyarısı ulaşırsa, O'nu tasdik ve O'na ittiba, kendisine gerekli olan dini bilgileri talep etmek ve bunun için gerekirse vatanından çıkmak üzerine farzdır. Eğer bunu yapmaz ise kâfirliği, ateşte ebedi kalmayı ve Kur'an naslarında bildirilen azabı hak etmiş olur.2demektedir.Bir kafir
için durum böyle olunca,acaba kuran ve sünnet elinde bulunan müslümana cehalet (şirkte) nasıl mazeret olur ?

AYETI KERIMELERDEN ALINACAK DERSLER

1- Gerek yukarıda zikrettiğimiz ayeti kerimeler ve gerekse hz.kurandaki benzer ayeti kerimelerde, ateş
ehli kendi aralarında munakaşa ettiklerini dolayısıyla hem tabilerin ve hemde metbularının cehen -
nemde olduklarını görmekteyiz.Buda bize kişilerin inkar,nifak ve şirk'de birtakım lider ve önder-
lere tabi olduklarında,kendilerine gönderilen kitab ve elçiye baş vurmadan körü körüne tabi olduk-
larından dolayı mes'ul ve sorumlu olduklarını ve nihayet suçlu olduklarını açıkca ifade etmekte'dir.
Nitekim Tevbe 31 ayeti kerimesinin tefsirinde'de gördüğümüz gibi,Allahu teala ehli kitabın papaz ve
hahamlarını ilah edinmelerini, onların kendi kitaplarına baş vurmadan kendilerine verilen fetvalara
tabi olmalarına bağlamıştır.Yani cahilce körü,körüne tabi olmalarına,okuyup ögrenmemelerine.

2- Islam ulemasının tarif ve açıklamalarından,Darul-harb'de cehalet ameli noktada mazeret olduğunu,
Darul-islamda ise cehaletin (ameli noktada)mazeret olamayacağını anlamış olamaktayız.Ancak her-
iki darda'da,yani gerek Darul-harb'de ve gerekse darul-islamda Itakadi (Tevhidi) konularda,Allaha
iman,resuluna iman ve diğer zaruriyyatı diniyyeden olan konularda cehaletin (bilgisizliğin ) kişi için
mazeret olmadığını görmekteyiz. Zira Tevhidi kabul,Şirki reddetmek imanın başlıca şart ve esası'dır.

3- Biz davetciler olarak:“ Darul-harb'de yani islamın hakim olmadığı ortamlarda cehalet mazeret'dir“
kaide ve prensibini daima gözönünde bulundurmak suretiyle insanlara islamın hakikatlarını açık ve
net bir biçimde anlatmak,uyarmak ve hakka davet etmekle mükellef olduğumuzu unutmamalıyız.
Ifrat ve Tefrit ehlilleri olan,Mürcilik ve Haricilik fikir ve mantığını kesinlilkle kabul etmemeliyiz.
Tekfirci değil,tevhidci ve tevhide davetciler olmalıyız. Zaten en doğru ve en sahih olan yolda budur.

4- Ancak,günümüz insanlarının durum ve ahvali işte ortada.Islam ülkelerinde az veya çok islamın
yaşandığı,kişilerin cami cemaatlara gitmek,ilim ehlinden Tevhidin ve Şirkin mana ve mahiyetlerini
öğrenmek fırsatını bulabilme imkanlarının olduğuda bir hakikatdır.Durum böyle iken araştırıp öğ-
renmeyen,içerisinde bulunduğu zillet vari hayata razı olan,ınandığını iddia ettiği rabbisinin gönder-
miş olduğu kitabı açıpta okuma zahmetinde bile bulunmayan,tüm bunların yanısıra canıyla malıyla
ve tüm imkanlarını seferber ederek zamanımızın münafık ve müşriklerine yine onların kurmuş olduk-
ları tağuti ve küfri rejimlerine destek ve sahip çıkanlarıda asla mazur ve suçsuz gösteremeyiz.
Canıyla ve malıyla,yine tüm imkanlarını seferber ederek ila'i kelimetullah uğrunda mücadele ve mü-
cahede eden ,bu uğurda şehid edilen veya tağutların zindanlarında inletilen şanlı muvahhid müminler-
le bu tip insanları bir tutmak,eşit görmek, ne islama,ne insanlığa ve nede insafa sığar.Tekfirci değiliz
buna şiddetle karşıyız,ancak telfikci ve mürcilerde değiliz,asla olamayız.Selam“ Tevhide evet,Şirke
hayır“ diyen ve bu yolda mucadele ve mucahede eden muvahhid müminlerin üzerine olsun.Amin.


CEHALET HER HUSUSTA UMUMI MAZERETMIDIR ? Ders:9 / Ek Ilave

Konuya Dair Şeyh Ebu Muhammed El-Makdisi'nin Değerlendirmeleri

Allah'a şirk koşan kimselerin müşrik olarak isimlendirileceği ve bu hususta bir özrün olmadığı
konusuna dair en net açıklamalardan bir tanesi Şeyh Ebu Muhammed el-Makdisî'den (Allah
kendisini korusun) gelmiştir. Burada özellikle onun açıklamalarına yer vermemizin sebebi ise
öncelikle konunun daha net bir şekilde aydınlanması, bununla beraber bazı kesimlerin bu âlimin açık
şirk konusunda cehaleti mazeret gördüğü iddialarının ne denli büyük bir iftira olduğunun ortaya
çıkmasıdır.

Şeyh Ebu Muhammed, Allah’a şirk koşan kimsenin cehaleti sebebi ile mazeret sahibi
olamayacağına dair şu bilgileri vermektedir:
"Açık olan büyük şirk konusunda, Allah (Subhanehu ve Tealâ) hüccetini ikame etmiştir. Cahilin
bu konudaki mazereti kabul edilmez, çünkü onun bilgisizliği ve durumu, ancak dinden ve kendisi için
yaratılmış olduğu en önemli şeyi öğrenmekten yüz çevirmesi sebebiyledir. Bu konudaki cehaleti,
kendisine hüccetin ikame edilmemiş olmasından dolayı değildir.
Zeyd bin Amr bin Nufeyl’in kıssasında bu konu ile alâkalı ibretler vardır. O Tevhid’i, kendi
zamanına özel olarak gönderilmiş bir rasul olmamasına rağmen gerçekleştirmişti. Ki onun yaşadığı
dönem, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in peygamber olarak gönderildiği dönemden kısa bir
süre önce idi. O, Allahu Teala’nın kendileri hakkında şöyle buyurduğu topluluktandır:

"Yoksa onu (Muhammed) uydurdu mu diyorlar? Hayır, o senden önce kendilerine bir
uyarıcı gelmemiş olan bir kavmi korkutman için, Rabbin tarafından gelen bir haktır. Gerek
ki, hidayeti kabul ederler." (32 Secde/3)
"Babaları uyarılıp-korkutulmamış, böylece kendileri de gafil kalmış bir kavmi uyarıpkorkutman
için (gönderildin)." (36 Yasin/6)

Bununla birlikte Zeyd, Efendimiz İbrahim (aleyhisselam)'ın dini üzere olan bir hanifti. Fıtratıyla
Tevhid’e ulaşmıştı. O, kavminin tağutlarından uzak durmuş, onlara ibadet etmekten ve yardımcı
olmaktan kaçınmıştı. Bu, onun kurtulması için yeterliydi. Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem), onun tek
bir ümmet gibi diriltileceğini bildirmiştir. Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) onu görmüştü. Ona
putlara ayrılmış bir kurbandan oluşan bir sofra sunuldu. Zeyd, bunu yemekten kaçındı ve "Ortak
koştuklarınız için kestiklerinizden yemeyeceğim" dedi. O, Kureyş’in bu fiillerini kınıyor ve "Koyunu
Allah yarattı, ona gökyüzünden su indirdi, yeryüzünde onun için bitki çıkardı. Sonra siz, onu Allah’ın
ismi dışında bir şeyle, inkâr etmek ve kendisi için kestiğiniz şeyi yüceltmek için kesiyorsunuz"
diyordu.Bu kişiye, içinde bulunduğu zamana özel bir peygamber gelmemişti. Buna rağmen Tevhid’i

öğrenmiş, onu gerçekleştirmiş ve kurtuluşa ermişti. Risalet hücceti olmadan bilinemeyecek ibadetler
ve şeriatın ayrıntıları konusunda ise mazeret sahibiydi. İbn-i İshak’ın rivayetinde geçtiği gibi; "Ey
Allah’ım! Eğer ki sana ibadetin hangisinin daha sevimli olduğunu bilseydim, öyle ibadet ederdim. Ancak bunu bilmiyorum" der ve sonra da yeryüzünde dilediği şekilde secde ederdi. Bu kişi ancak bir

rasulün daveti ile bilinebilecek olan namaz, oruç ve buna benzer dinin diğer emirleri hakkında mazur
kabul edilmişti. Onunla aynı dönemde yaşamış olan diğer insanlar ve bu insanlardan biri olan Nebi
(sallallahu aleyhi ve sellem)’in babası mazur görülmemişti. Çünkü bu insanlar Tevhid’i
gerçekleştirmemişler, şirk, küfür ve putperestlikten uzaklaşmamışlardı. Bununla beraber onlara,
Allahu Teala’nın buyurduğu gibi, bir uyarıcı da gönderilmemişti.
Bu mana üzerinde iyi düşünülmesi gerekir. Cehaleti sebebi ile kişinin mazur kabul edilmesi,
âlimlerin üzerinde konuştukları ve günümüz âlimlerinin de üzerinde durdukları bir meseledir.
Bununla beraber bu mesele, konu ile alakalı bütün delilleri alıp, bu delillerin tamamını aynı anda
değerlendirmeden gerçek manada kavranılamayacak bir konudur.

Allah (Subhanehu ve Tealâ), tevhid hakkında önümüze apaçık deliller koymuştur. Kim tevhidin
aslını gerçekleştirmez ve onu bozup şirk üzere ölürse, ahirette şüphesiz cezalandırılacaktır. Bu görüşü
birçok delil destekler. Ki onlardan birisi İmam Ahmed’in ve Müslim’in, Enes (radıyallahu anh)’dan
rivayet ettikleri şu hadistir; "Allah Rasulü (sallallahu aleyhi ve sellem) Beni Neccar Kabilesi’ne ait bir
bağın yanından geçerken bir ses işitti ve bunun üzerine:"Bu ne?" dedi. "Cahiliye döneminde
defnedilen bir adamın mezarıdır" dediler.


"Şayet defnetmeseydiniz, Allah’a dua eder, bana kabir azabından duyurduğunu size de duyurmasını
isterdim" buyurdu.
Buna benzer bir rivayet de Taberani’de geçmektedir. Taberani’nin rivayetine göre: Bedevinin biri
Allah Rasûlü’ne gelerek: "Babam sıla-i rahim yapardı, şöyle yapardı, böyle yapardı" diye uzattı ve
"Babam nerededir?" diye sordu. Allah Rasulü: "Ateştedir" buyurdu. Sanki bedevi bu cevaptan
rahatsız oldu da:
"Ey Allah’ın Rasulü, ya senin baban nerede?" dedi. Allah Rasulü (sallallahu aleyhi ve sellem) ona
cevaben:
"Ne zaman bir kafirin kabrinin yanından geçersen, ona ateşi müjdele!" dedi. Bu cevaptan sonra
arabî müslüman olup şöyle dedi: "Allah Rasulü bana bir yük yükledi. Ne zaman bir kafirin kabrinin
yanından geçersem, ona ateşi müjdelemem lazım."

Müslim, Enes (radıyallahu anh)’dan şöyle rivayet eder: "Adamın biri: "Ya Rasûlallah babam
nerededir?" diye sordu. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):"Ateştedir" dedi.
Adam gidince onu geri çağırdı ve buyurdu ki: "Senin baban da, benim babam da ateştedir."
"Onlar Allah’ı bırakıp hahamlarını ve rahiplerini, bir de Meryem oğlu İsa’yı rabler edindiler" (9
Tevbe/31) ayetinde bahsedilen kişiler, Allah’ın şeriatı dışındaki kanunlara itaat etmenin, bu
kanunlara ibadet etme ve dolayısıyla da şirk manasında olduğunu, sahih bir yol ile bize ulaşan Adiy
bin Hatem hadisinde de geçtiği gibi, bilmiyorlardı. Ki o hadiste Adiy (radıyallahu anh) şöyle
demektedir: "Onlara ibadet etmiyorduk."
Onlar, helal ve haram kılmada, kanun koymada itaatin, ibadet olduğunu bilmiyorlardı. Bununla
beraber onlara itaat ediyorlardı ve Allah’ı bırakıp, kendilerine bu helal ve haramları belirleyenleri
rabler ediniyorlardı. Onların bu konudaki cehaletleri, kendilerinden özür olarak kabul edilmemiştir.
Çünkü bu mesele, Allah’ın insanları üzerinde yaratmış olduğu fıtratı yok etmektedir. Yaratan,
rızık veren, âlemleri biçimlendiren Allahu Teâlâ’dır ve O’ndan başka birisinin kanun koyma, emretme
ve hükmetme yetkisi de yoktur. Şüphesiz Allahu Teâlâ, kendisinin ibadet, hüküm ve kanun koyma
konusunda birlenmesi ve kendisi dışındakilere ibadetten kaçınılması için peygamberlerini gönderdi
ve kitaplar indirdi.
Günümüzde ise Allah’tan başkasına ibadet, geçmiş dönemlere nazaran daha açık bir şekilde
yapılmaktadır. Günümüzdeki subaylara, polislere, casuslara veya tağutların emniyet birimlerinde
görevli olan kimselere, dini ve kitabı hakkında sorulduğunda: Dininin İslam, kitabının ise Kur’an
olduğunu iddia eder. Hatta bazı vakitlerde Kur’an tilaveti ile meşgul olanları da vardır. Onların
Kur’anı okuması, kendisine ikame olunan hüccetin pekiştirilmesi demektir. Daha sonra aynı kişi
İslam’ı ve Kuran’ı bir kenara bırakarak, Allah’ın dini ve kitabının hâkim olmasını isteyenleri tutuklar,
hapseder ve onlar hakkında tağutun kanunları ile hükmeder. Tevhid’e ve şirkten uzaklaşmaya çağıran
herkes ile savaşır. Buna karşılık tağutun hükmüne, sonradan koyduğu kanunlarına, şeriat
hükümlerini yok eden şirk anayasasına ve Tevhid düşmanları olan tağut dostlarına yardım eder. Hak
ehline karşı onlara destekçi olur.
Allah’ın dinini bozan bütün bu işleri yapmak, sadece dininin İslam olduğunu iddia etmek ile
gizlenebilir mi? Bu mesele "Onlara hüccet ikamesi yapılmadı" denilecek kadar kapalı ve şüpheli
midir? Allah’a yemin olsun ki bu mesele, güneşin gündüz vaktindeki en parlak anından daha da
açıktır."1


1.Bu bölüm Şeyh Ebu Muhammed'in değişik kitap ve risalelerinden derlenmiştir. Bu bölümde tevhidin aslında cehaletin mazeret olmadığı izah edildiği gibi Şeyh'in cehaleti mazeret gördüğüne dair bilgisizce sözsarfeden lerin kendisine ne büyük bir iftira attıklarına dair güzel işaretler vardır. ( Cehalet Özrü /Murat Gezenler )





بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ Ders: 10-


Nisa/ 31 * اِنْ تَجْتَنِبُوا كَبَآئِرَ مَا تُنْهَوْنَ عَنْهُ نُكَفِّرْ عَنْكُمْ سَيِّئَاتِكُمْ وَنُدْخِلْكُمْ مُدْخَلاً كَرِ يمًا
“Size yasak edilen büyük günahlardan kaçınırsanız, kusurla­rınızı örter ve sizi şerefli bir yere
yerleştiririz.” Nisa/ 31
Sura/37 * ........وَالَّذِينَ يَجْتَنِبُونَ كَبَآئِرَ اْلاِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ
„ Onlar ki büyük günahlardan, hayasızca davranışlardan uzak du­rurlar. “ Sura/ 37

AYETI KERIME HAKKINDA:
Büyük Günahların Mahiyeti ve Buna Dair Görüşler:
Yüce Allah bu sûrede, büyük günahları yasakladığından dolayı bunlardan sakınmaya karşılık, küçük günahların yükünü hafifleteceği vaadinde bulun­maktadır. Bu ise günahların, büyük ve küçük günahlar olmak üzere iki kıs­ma ayrıldığının delilidir. Tevil ehli (müfessirler) ile fukahâ bu görüştedir.
Şu kadar var ki, büyük günahlardan kaçınmaya bir hususun daha eklen­mesi gerekir. O da farzların yerine getirilmesidir. Müslim, Ebû Hureyre'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rasulullah (sav) buyurdu ki: "Beş vakit na­maz, cumadan cumaya (kılınan cuma namazı.) ile ramazandan ramazana (tu­tulan oruç) kulun büyük günahlardan kaçınması şartıyla, aradaki küçük gü­nahların bağışlanmasına sebep teşkil eder." Müslim- ( İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an )
Alimlerin cumhuru, günahların büyükler ve küçükler olmak üzere iki çeşi­di olduğu üzerinde icma etmişlerdir.
Büyük günahlar (kebâir) hakkında şiddetli bir vaid (tehdit) olan veya had cezasını gerektiren her masiyet, günah bu türdendir. Bazılarına göre sayısı ye­didir. Sahihayn'da Ebu Hureyre (r.a.)'den gelen hadisinde Resulullah (s.a.) şöy­le buyurmuştur: "Helak edici yedi şeyden kaçınınız: Ashab-ı Kiram "Nedir onlar ey Allah Rasulü?" diye sorduklarında Peygamberimiz (s.a.) şöyle açıklamış­tır: Allaha şirk koşmak, haklı bir sebep dışında Allah'ın öldürülmesini haram kıldığı bir cana kıymak, sihir yapmak, faiz yemek, yetim malı yemek, savaş gü­nü muharebeden kaçmak, evli ve namuslu, hiçbir şeyden haberi olmayan mü­min kadınlara zina iftirası atmak." Ana-babaya isyan etmenin, yalan yere şa­hitlik etmenin de büyük günahlardan olduğunu belirten rivayetler de naklo-lunmuştur. Zira Rasul-i Ekrem (s.a.) her makam ve duruma uygun olanları zikretmiştir, sayılanlar hasr (sınırlama) için değildir.
Kimilerine göre kebâirin sayısı dokuz, kimine göre on, kimine göre de da­ha da fazladır. Abdurrezzâk'in rivayetine göre İbni Abbas (r.a.)'a: "Büyük gü­nahlar yedi tane midir?" diye sorulduğunda, "yetmişe daha yakındır" dedi. (Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir )
İbn Abbâs'a göre: "Allah'ın yasak ettiği her şey büyük günahtır. Ayrıca büyük ve küçük günah arasındaki fark şudur: Allah'ın Cehennem, gazap, lânet, veya azap gibi ifadelerle sona erdirdiği her günah büyüktür. Diğerleri küçüktür." Hasan Basrî de buna yakın bir ifade kullanmıştır.
Ebû Amr İbn Salâh'a göre: "Büyük ismi verilecek şekilde büyük olan ve mutlak surette büyüklükle vasıflanan her günah büyüktür." Buna göre büyük günahların bazı alâmetleri vardır:
"Şer'i cezayı icab ettirmek; Cehennem azabıyla tehdit olunmak; yapana fasık denilmek; lâ'net olunmak.

Imam Zehebi (r.alh), „El-Kebair “ adlı eserinde büyük günahları 70 adet saymıştır.( El-Kebair,Zehebi)


يَآاَيُّهَا الَّذِينَ اَمَنُوا تُوبُوآ اِلَى اللهِ تَوْبَةً نَصُوحًا عَسَى رَبُّكُمْ اَنْ يُكَفِّرَ عَنْكُمْ سَيِّئَاتِكُمْ وَيُدْخِلَكُمْ جَنَّات

Tahrim/8 * ........تَجْرِى مِنْ تَحْتِهَا اْلاَنْهَارُ
“Ey İnananlar! Yürekten tevbe ederek Allah’a dönün ki, Rabbiniz kötülüklerinizi örtsün, sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere koysun.“ -Tahrim /8-

AYETI KERIME HAKKINDA :
Allah teala bu âyet-i kerimede müminlere, günahlarını affetmesi ve âhirette cennetlerine koyması için kendisine samimi bir şekilde tevbe etmelerini emretmektedir.
Hz. Ömer, Abdullah b. Mes'ud, Abdullah b. Abbas, Mücahid ve Deh-hak'a göre âyet-i kerimede zikredilen "Nasuh tevbe"den maksat, kulun işlediği günah için tevbe etmesi ve bir daha ona dönmemesidir.Katade ve İbn-i Zeyd'e göre ise "Nasuh tevbe"den maksat, samimiyetle yapılan tevbedir.
(bak, Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri )
İbn Ebi Hatim'in Zirr bin Hubeyş'ten naklettiğine göre, o şöyle demiştir: "Ben Ubey bin Ka’ba" Tevbeten Nasuha"nın anlamını sorduğumda, O bana şu şekilde cevap verdi. "Bu soruyu ben de Rasûlullah’a (s.a) sordum ve O bana: "Bir günah işlediğinde, günahından pişmanlık duyup, Allah'tan af dilemen ve bir daha o günahı işlememendir." Aynı anlamda bir söz İbn Mes'ud, Hz. Ömer, İbn Abbas'tan nakledilmiştir. Başka bir rivayette Hz. Ömer nasuh tevbesini şöyle tarif etmiştir: "Kişinin bir günahı tekrar işlemekten sakınması ve bir daha böyle bir günahı aklına bile getirmemesidir."
(Besairul-Kurani)
AYETI KERIMELERDEN ALINACAK DERSLER

1- Nisa 31 de görüldüğü gibi günahlar, büyük ve küçük günahlar olmak üzere iki kısma ayrılmaktadır.
Allahu teala biz mümin ve mümine kullarına icmalen;“ Siz yasakladığım büyük günahlardan kaçınır,
onlara yaklaşmazsanız,bende diğer bazı küçük günahlarınızı bağışlarım“buyurmakta'dır.

2- Büyük günahların tarifini şu şekilde özetleye biliriz:“ Allahu tealanın;cehennem,gazab,lanet ile teh-
dit buyurmak suretiyle yasak ettiği,ve yine had ve sopa gibi şer'i cezayı icab'ettiren günahlar'dır.“

3- Kitap ve sünnetle sabit olan büyük günahlar içerisinde bazılarının aynı zamanda şirk ve küfür olduk-
larınada şahit olmaktayız ki,Allaha şirk koşmak ve Allahu tealanın rahmetinden ümidi kesmek gibi.

4- Bu ayeti kerimeler aynı zamanda, küçük veya büyük her günah küfürdür diyen Haricilere ve hiç bir
günahın kula zarar vermeyeceğini iddia eden Mürcilere bir reddiye olduğu gibi,büyük günah işleyen
kişi ne mümin'dir ve nede kafir'dir diyen Mutezileye'de bir reddiye mahiyetini taşımakta'dır.
Imam Zehebi (r.alh)de El-Kebair isimli eserinde söylediği gibi; Büyük günah işleyen bir mümin
imandan çıkmaz ancak günahkar,asi ve fasık olur.Tevbe etmeden öldüğü takdirde onun durumu Alla-
hu tealaya kalmıştır,dilerse azab eder, dilerse af'eder.Büyük günah sahibinin cehennemde ebedi
kalmayacağı yine kitap ve sünnetle sabit'dir.Bu görüş, Ehli sünnet vel-cemaatın ittifakla görüşüdür.

5- Tahrim 8'de Allahu teala biz mümin kullarını Tevbe'i-nasuha çağırmakta'dır.Ayeti kerimede umumi
olarak küçük ve büyük bütün günahlar için tevbeye,istigfara davet vardır.Tevbe'i-nasuhun tarifi hadi-
si şerifte en güzel bir şekilde;“ Işlemiş olduğu günahtan pişmanlık duymak,Allahu tealadan samimi-
bir şekilde tevbe etmek suretiyle af dilemek,yapmış olduğu günaha tekrar dönme'mek.“ diye tarifi
yapılmakta'dır.Yani kısaca; “ Pişman olmak,Allahu tealadan af dilemek,tekrar yapmamak.“
Hz.Enes anlatıyor: Resûlullah ( s.a.v) buyurdular ki: "İnsanoğlunun herbiri hatakârdır. Ancak hatakâr- ların en hayırlısı tevbekâr olanlarıdır." [Tirmizî, Kıyâmet 50, (2501); İbnu Mâce, Zühd 30, (4251).
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ Ders-11-


Maide/5 *.... اَلْيَوْمَ اُحِلَّ لَكُمُ الطَّيِّبَاتُ وَطَعَامُ الَّذِينَ اُوتُوا الْكِتَابَ حِلٌّ لَكُمْ وَطَعَامُكُمْ حِلٌّ لَهُمْ
Bugün size bütün temiz ve iyi nimetler helâl kılındı. Kendilerine kitap verilenlerin yiyecekleri, size helâldir, sizin yiyecekleriniz de onlara helâldir. ( Maide-5 )
Ayeti kerime hakkinda:

Bu Sûre, Hz. Peygamber (sa)'e son nazil olanlar meyanındadır. Ashabdan bir çoğundan rivayete göre son nazil olan sûrelerden olmakla tamamı muhkemdir, içinde mensûh âyet yoktur. Nitekim Damre ibn Habîb ve Atiyye ibn Kays'dan rivayete göre Hz. Peygamber (sa): "Mâide Kur'ân'dan son indirilenlerdendir; binaenaleyh onun helâlini helâl kılın, haramını da haram kılın." buyurmuşlardır.
- Alûsî, Rûhu'l-Ma'ânî -
Müfessirlerin cumhuruna göre, «Kendilerine kitap verilenlerin yiyeceği sizin İçin helaldir.» âyetindeki yiyecekten maksat, kitap ehlinin kestiği hayvanların etleridir.
Kitap ehlinin kestiklerinin helal oluş hükmü, yalnız kitap ehline hastır. Hiçbir semavi kitaba inanmayan, yalnız putlara tapan müşriklerle ateşe tapan mecusilerin kestikleri hayvanların etleri ve onların kadınları haram­dır. (Ahkam Tefsiri-M.Ali es-Sabuni)
İbni Abbas der ki: Yüce Allah: "Üzerinde Allah'ın adı anılmamış olan şeylerden yemeyiniz" (el-En'âm, 6/121) diye buyurduktan sonra: "Kendilerine kitap verilenlerin yiyeceği size helâldir" buyruğu ile bundan istisnada bulunmuştur. Bununla da yahudi ve hıristiyanin kestiğini kastetmektedir.
Diğer taraftan hıristiyan, ancak Mesih adını anarak keser. Yüce Allah da mutlak olarak (kayıtsız ve şartsız bir şekilde) onların kestiklerinin helâl olduğuna hüküm vermiştir .( Tefsiri,Imami Kurtubi)

Hayvanı boğazlarken kitâbî'nin Mesîh, Azîz gibi Allah'tan başka bir ismi söylediği duyulmazsa; onun kestiği helâldir. Fakat, Allah'tan başkasını andığı duyulursa bazı fıkıh âlimlerine göre onun kestiği hay­vanı yemek haramdır. Çünkü o, Allah'tan başkası anılarak kesilenlerdendir.
Bir kısım âlimler de derler ki:Allah, onların yemeklerini bize helâl kılmıştır. Ne dediklerini de O daha iyi bilir. ( bak,Tefsiri ibni Kesir )

Kitabilerin kestikleri hususunda islam ulemasının özet olarak görüsleri:

1-Hanefiler;Yahudi olsun Hiristiyan olsun,kitap ehli kimselerin kestiklerinin yenmesi, üzerine Allahın
adını anmak,üzeyir veya isa gibi Allahtan başkalarının adını anmamak şartıyla helal olur dediler.Ke-
sim yerinde hazır bulunulmaz,veya söyledikleri işitilmediyse ne söylerse söylesin yenmesi helal olur.
Ancak zaruret olmadığı takdirde yenmemesi daha uygun olur.“dediler.
2- Safiiler;“ Üzerine Allahin adını ansın veya anmasın,kitabi kimsenin kestiği hayvanın eti helaldır.
Ama üzerine Mesih,Üzeyir vaya bir başkalarının adını anmamaları şartıyla.Aksi takdirde haram olur.
3- Hanbeliler; „Kitabinin kestigi hayvanın helal olmasi için,üzerine müslümanlar gibi Allahın adını
anıp besmele çekmesi şart'tır.Allahtan başkasının adını anar veya kasıtlı olarak besmeleyi çekmezse
kestiği hayvanın eti haram olur“ dediler.
4- Malikiler;“ Hayvanı keserken besmele şart'tır.Yalnız bu şart müslümanları ilgilendirir.Ehli Kitap
olan kimselerin besmele çekmeleri şart değildir.“ dediler.
(Kaynak ;El-Fikhu alel Mezahibil Erba'ati / El-Ceziri)
Kitabilerin kestigi hakkında sözün hulasası,üzerine Allahdan gayrisinin ismi anılsa bile bazı islam alim
lerine göre,helal'dir.Ulema ve fukahanın çoğunluğuna göre,Allahtan başkasının adı zikredilirken duyu-
lursa haram,duyulmazsa helal'dir.Üzerine besmele çekilip çekilmediği bilinmezse bilittifak helal'dır.
( bak,Islami Arastırmalar, Ser'i fetvalar/Eski Mısır müftüsü Merhum Haseneyn M.Mahluf.)


En'am/ 121 * ....... وَلاَ تَأْكُلُوا مِمَّا لَمْ يُذْكِرَ اسْمُ اللهِ عَلَيْهِ وَاِنَّهُ لَفِسْقٌ

„ Üzerine Allah'ın adı anılmayanlardan yemeyin. Çünkü bu; bir fısktır.“ En'am-121
. Âyetin Nuzûl Sebebi:

Ebû Dâvûd rivayetle der ki: Yahudiler, Peygamber (sav)'a gelip şöyle de­diler: Biz kendi öldürdüklerimizden yiyoruz da Allah'ın öldürdüğünden ye-miyoruz (neden)? Bunun üzerine aziz ve celil olan Allah: "Üzerine Allah'ın adı anılmayanlardan yemeyin" âyetini sonuna kadar indirdi.
Nesâî'nin de İbn Abbas'tan rivayetine göre o, yüce Allah'ın: "Üzerine Al­lah'ın adı anılmayanlardan yemeyin" buyruğu hakkında şöyle demiştir: Müş­rikler, onlarla (yani rnü'minlerle) tartışarak şöyle dediler: „Allah'ın kestiğini ye-miyorsunuz, fakat kendinizin kestiklerini yiyorsunuz.“ Bunun üzerine
yüce Allah teala bu ayeti kerimeyi inzal buyurdu. ( İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmil’l-Kur’ani)
Kesim sırasında müslümanın besmeleyi söylemesinin hükmü:
1-Kimisi; Allah'ın adı ister bilerek, ister unutularak terkedilmiş olsun bu şekilde kesilen bir hayvanın helâl olmayacağını kabul etmiştir İbn-i Ömer'den, kölesi Nafi'den, Amir eş-Şa'bî'den ve Muhammed b. Sirin'den bu şekilde rivayet edilmiştir İmam Malik'den, Ahmed b. Hanbel'den de aynı rivayet vardır. İbn-i Hanbel'in ilk kuşak ve son kuşak bazı arkadaşları bu rivayeti desteklemiştir. Ebu Sevr ve Davud ez-Zahirî'nin tercihi de budur. Bu kuşak Şafiî fıkıhçılarından olan Ebul Futûh Muhammed b. Muhammed b. Ali et-Taî "el-Erbain" adlı kitabında bu görüşü tercih etmiştir.
2-Bu konudaki ikinci görüşe gelince; bunlara göre Allah'ın adının anılması zorunlu değildir. Sadece hoş karşılanan (müstehap) bir durumdur. Gerek bilerek, gerek unutarak bunun terkedilmesi hiçbir zarar vermez. İmam Şafiî (Allah'ın rahmeti üzerine olsun) ve tüm arkadaşları bu görüşü kabul etmiştir. Hanbel'in İmam Ahmed'den naklettiği bir rivayet de bu doğrultudadır. İmam Malik'den de böyle bir rivayet gelmiştir. Eşheb b. Abdülaziz buna ilişkin bir açıklamayı İmam Malik'in arkadaşlarından nakleder. İbni Abbas, Ebu Hureyre, Ata b. Ebu Rabah'dan da benzer sözler anlatılmıştır. En doğrusunu Allah bilir.
İmam Şafiî, "Allah'ın adı anılarak kesilmeyen hayvanların etlerinden yemeyiniz. Çünkü bu, Allah'ın yolundan sapmaktır" ayetinin Allah'dan başkası için kesilen hayvanlara ilişkin olduğu görüşündedir. Nitekim, Sapıkça Allah'dan başkası adına boğazlanan hayvanlardan..." (En'am Suresi: 145) söz edilmektedir. İbn-i Cureyc Ata'dan şöyle nakleder: "Allah'ın adı anılarak kesilmeyen hayvanların etlerinden yemeyiniz" ayetiyle, Kureyş'in putlar adına kestiği ve Mecusiler'in (ateşe tapanların) kestikleri hayvanların yenmesi yasaklanmıştır. İmam Şafiî'nin benimsediği sağlam görüş budur.
3-Üçüncü görüş: Hayvan kesilirken unutarak besmeleyi terketmek zarar vermez, ancak bilerek terkedildiğinde hayvanın yenmesi helâl değildir. İmam Malik'in ve Ahmed b. Hanbel'in bilinen görüşleri budur. Ebu Hanife ve arkadaşlarının İshak b. Raheveyh'in görüşleri de bu doğrultudadır. Hz. Ali, İbn-i Abbas, Sa'd b. Museyyeb, Ata, Tavûs, Hasan Basrî, Ebu Malik, Abdurrahman b. Ebu Leylâ, Ca'fer b. Muhammed ve Rabia b. Ebu Abdurrahman'dan bu görüş anlatılmıştır. ( bak,Tefsiri ibni Kesir./ Ayrica bak,Fizilalil-Kurani )

AYETI KERIMELERDEN ALINACAK DERSLER Ders:11-

1 -Maide 5 ci ayeti kerimede Allahu teala ehli kitabin kestikleri hayvanın etini müminlere helal kılmış-
tır.Ancak gerek şer'i kesim ve gerekse Enam 121 de zikrolunan besmele meselesi hususunda islam
uleması farklı görüşlere ayrılmışlardır.Özetleyecek olursak;

a)„Ehli kitapta olsa,kesim esnasında Allahtan başkasının adını anmamak ve besmele çekmek vacip'dir.
Aksi takdirde kestikleri yenmez.Ne dedikleri duyulmaz veya bilinmezse yemesi helal olur.“
Bu ; Hanefiler,Hanbeliler,Davud ez-Zahiri,Ebu Sevir ve ashab ve tabiinden bazilarinin görüşü'dür.

b) „Allah'ın adının anılması zorunlu değildir. Sadece hoş karşılanan (müstehap) bir durumdur. Gerek
bilerek, gerek unutarak bunun terkedilmesi hiçbir zarar vermez.Ancak Allahtan başkasının adını an
mamak şart'tır.“ Bu;Imam Şafii ve ashabının,Imam Malik,Ibni Abbas, Ebu Hureyre, Ata b. Ebu
Rabah'dan da benzer sözler anlatılmıştır.

2- En'am 121 de Allahu teala üzerine kendi adının anılmadığı hayvanların etini yemeyi yasaklamıştır.
Bu husustada islam üleması birkaç farklı görüşler ileri sürmüşlerdir,bunlarıda özetleyecek olursak;

a) Kimisi; Allah'ın adı ister bilerek, ister unutularak terkedilmiş olsun bu şekilde kesilen bir hayvanın helâl olmayacağını kabul etmiştir İbn-i Ömer'den, kölesi Nafi'den, Amir eş-Şa'bî'den ve Muhammed b. Sirin'den bu şekilde rivayet edilmiştir.Ebu Sevr ve Davud ez-Zahirî'nin tercihi de budur.

b) Allah'ın adının anılması zorunlu değildir.Gerek bilerek, gerek unutarak bunun terkedilmesi hiçbir zarar vermez. İmam Şafiî ve tüm arkadaşları bu görüşü kabul etmiştir.İmam Malik'den de böyle bir rivayet gelmiştir. İbni Abbas, Ebu Hureyre, Ata b. Ebu Rabah'dan da benzer sözler anlatılmıştır.
c) Hayvan kesilirken unutarak besmeleyi terketmek zarar vermez, ancak bilerek terkedildiğinde hayvanın yenmesi helâl değildir. İmam Malik'in ve Ahmed b. Hanbel'in bilinen görüşleri budur. Ebu Hanife ve arkadaşlarının İshak b. Raheveyh'in görüşleri de bu doğrultudadır. Hz. Ali, İbn-i Abbas, Sa'd b. Museyyeb, Ata, Tavûs, Hasan Basrî den bu görüş anlatılmıştır.

3- Ehli Kitabın kestikleri hususunda hulasayı kelam olarak bizce tercih edilecek görüş;
Üzerine Allahdan ğayrısının ismi anılsa bile bazı islam alimlerine göre,helal'dır.Ulema ve fukahanın
çoğunluğuna göre,Allahtan başkasının adı zikredilirken duyulursa haram,duyulmazsa helal'dir.
Üzerine besmele çekilip çekilmediği bilinmezse bilittifak helal'dır.Ancak zaruret olmadıkca yememek
daha uygun'dur.Zira yenmesi helal ve bir kolaylıktır,ancak farz veya vacip olan bir emir değildir.Ayrı-
ca müminlerin biri birlerine destek ve yardımcı olmak durumunda olduklarıda hepimizce malumdur.

4- Müslümanın kesim esnasında besmele çekmesi hususunda bizce tercih edilecek görüş;

Kesme esnasında yüce Allahın (cc) adını zikretmek gerekli ve güzeldir.Hz.Kuranda rabbimiz ;
„ Üzerine Allah'ın adı anılmayanlardan yeme­yin. Çünkü bu; bir fısktır.“ En'am-121 buyurur.
Hayvan kesilirken unutarak besmeleyi terketmek zarar vermez, ancak bilerek terkedildiğinde hayvanın yenmesi caiz değildir.Zira ayeti kerimenin zahirinden anlasilanda budur.En dogrusunu Allah (cc) bilir.

5- Halki zahiren müslüman olan ancak devlet idaresi Taguti ve Gayri islami olan ülkelerdeki kesilen
etlerin durumu hakkında bazı açıklamaları ek ilave olarak sunuyoruz. >> >> >>
بسم الله الرحمن الرحيم Ders- 11 / Ek Ilave


HALKI ZAHIREN MÜSLÜMAN OLAN,ANCAK DEVLET İDARESİ TAĞUTİ VE GAYRİ
İSLAMİ OLAN ÜLKELERDEKİ KESİLEN ETLERİN DURUMU....


„Bugün size bütün temiz ve iyi nimetler helâl kılındı. Kendilerine kitap verilenlerin yiyecekleri, size
helâldir, sizin yiyecekleriniz de onlara helâldir.“ ( Maide-5 )

Bu ayeti kerimenin mefhumu muhalifi olarak anlaşılan; hiç bir semavi kitaba mensub olmayanların
taamları yani kestiklerinin yenilemeyeceği'dir.Ehli Kitabın dışında kalan;Müşriklerin,Mecusilerin,Mür-
tedlerin ve Ataistlerin kestikleri hayvanların yenmesi caiz'değildir. (Kaynak;Tefsir ve Fıkıh kitapları.)
Şimdi; Küfür ve şirk kanunlarıyla yönetilen,ancak halkı zahirde müslüman olan ülkelerde misal ola-
rak memleketimiz olan Türkiye'yi verecek olursak,işte böyle ülkelerde bu gün maal esefin halkın kahir
ekserisi bu tip şirki ve Tağuti idareleri tasvip edip savunmakta'dırlar.Elbette burada cehalet büyük rol -
oynamakta'dır.Buna rağmen müslüman olduklarını iddia etmekte'dirler.Malum olunduğu gibi fıkıh kit-
taplarımızda müşriklerin kestiklerinin yenemeyeceği zikredilmekte'dir.Ki,bu yukarıda ki ayeti kerime-
den'de anlaşılmaktadır.Hiç şüphesiz cahiliye devrindeki müşrikler kesecekleri hayvanları dikili taşla-
rı ve putları önünde ve yine o putlarının adlarını yüksek sesle anarak kesiyorlardı.

„O size ancak meyteyi, kanı, domuz etini, bir de Allah'tan başkası için kesileni haram kıldı.“Bak/173

Cahiliye dö­neminde Araplar putlar adına hayvanlarını kesiyorlar ve: "Lât ve Uzza adına" diye seslerini yükseltiyorlardı. İşte bu din ve tevhid ilkesini korumak ve Allah'ı tazim etmek kastıyla haram kılınmıştır. İhlâl (yüksek sesle adı anmak): Sesi yükseltmek demektir. Cahiliye dönemi Arapları ilâhları için kestiklerinde onları yüksek sesle anıyorlar ve "Lât adına, Uzza adına" diyorlardı. Daha sonra hayvan kesen herkese adına kestiği zatın adını açıkça zikretsin veya zikretmesin (aynı kökten gelen) Muhil adı verilirdi. -Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir / Ayrica; Ser'i fetvalar/M.Mahluf,c.1-

Allah'tan başkasına haykırılmış olmak demek, Allah'tan başkasının ismi anılarak kesilenler demektir. Bununla beraber kaydı, "Kesilirken üzerine Allah'ın adı anılmayan hayvanları yemeyin. Çünkü onu yemek, yoldan çıkmaktır." (En'âm, 6/121) buyruğu gereğince bilerek Besmele'yi terketmenin; aynı şekilde Mâide sûresinin 3. âyetindeki "Putlar üzerine boğazlanan hayvanlar ve fal oklarıyla şans
aramanız size haram kılındı. Bunlar fısktır (insanı yoldan çıkaran kötü şeylerdir)" buyruğu gereğince putlar üzerine kesilen hayvanlar ile kumar kısmetlerinin de "Allah'tan başkası adına kesilenler" kabilinden olduğuna işarettir. -Hak Dini Kuran Dili /M.Hamdi Yazir.-

Yine İmâm Şafiî «Üzerine Allah'ın adı anılmayanlardan yemeyin. Çünkü bu, bir fısktır.» âyetini Allah'tan başkası adına boğazlananlara ham­letmektedir. Böylece bu âyet: « Ey Muhammed! De ki: "Bana vahy olunanda, leş, akıtılmış kan, domuz eti ki pistir ve günah işlenerek Allah'tan başkası adına kesilen hayvandan başkasını yemenin haram olduğuna dair bir emir bulamıyorum;» (En'âm, 145)
âyeti gibidir. Atâ'dan rivayetle «Üzerine Allah'ın adı anılmayanlardan yemeyin.» âyeti hakkında İbn Cüreyc şöyle demektedir: Allah Teâlâ, Kureyş'in putlar adına boğazlamış olduklarını ve mecûsîlerin boğazladıklarını yasaklıyor. İmâm Şafiî'nin girdiği bu yol kuvvetlidir. - Tefsiri Ibni Kesir-

Şafii'ler, Enam 121 ayeti kerimesi hakkında şöyle demekte'dirler;
Ayet-i kerimeden maksat, putlar adına kesilendir. Bu yüzden Allah'ın adının anılması terk edilerek kesilmiş bir kimse fasık değildir. Yüce Allah ise, "Çünkü bu bir fisktır" diye buyurmaktadır. Ayrıca Yüce Allah putlar için kesilenlerden yiyen ve bunlara razı olanı müşriklikle nitelendirmiştir. "Ve çünkü bu bir fısktır" buyruğu Allah'tan başkası adı anılarak kesilmiş olanlara hastır. Buna delil ise bir diğer ayet-i kerimedir: "Yahut Allah'tan başkasının adı anılarak kesilmiş bulunan bir fısk..." (En'âm, 6/145).
-Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir-
De ki; "Bana vahyedilen ayetlerde ölü hayvandan, akar kandan, somut bir pislik olan domuz etinden ve sapıkça Allah'dan başkası adına boğazlanan hayvanlardan başka hiçbir hayvanın yenmesinin yasaklandığını görmüyorum.“ Enam-145

Burada kastedilen, "puta tapan müşrik birinin putu ve tanrıları için kestiği ve üzerine putunun adını andığıdır. Bu şekilde kesmek yoldan sapmaktır çünkü. Yüce Allah bunu yasaklamış ve haram kılmıştır. Kendisine inananları bu şekilde kesilen bir hayvanı yemekten menetmiştir. Çünkü bu hayvan murdardır." - Fizilali kuran-

Imami Şevkani şöyle diyor;Kesen kişi eğer hayvanı keserken put üzerine değilde Allahın ismini anarak
islami usullere göre keserse bu kestiği yenir.Yenilmez diyenlerin ellerinde hiç bir delil yoktur.Iddia
edilen icma ise (Müşriklerin kestiklerinin haram olduğu hakkındaki icma)putlar üzerine kesilenler hak-
kinda'dır.“ -Seylül-Cerrar sh.64-

Günümüz ilim adamlarından Alaaddin Palevi;“Benim düşünceme göre namaz kılıp,oruc tutan,islamın bir çok ahkamını uygulayan ancak küfür ve küfür ehlini destekleme neticesinde şirke düşen kişilerin islami usullere uygun olarak kestikleri hayvanların eti yenir.Çünkü bu kimseler putların üzerine kesmi
yorlar,besmele çekiyor ve baskalarının adınıda anmuyorlar.Islami usullere göre kesiyorlar. Müşrikler
Allahın adını anmaz putların adlarını anarak keserlerdi.“demektedir. - Mühim Soruların Cevabı-

Ayrıca Zeyd bin Amır bin Nufeyl kıssasında'da bu meseleye işaret vardır.İmamı Buharinin rivayet etti-
ği kıssa şöyle;Zeyd,Hz.İbrahim (a.s)in dini üzere olan bir Hanifti ve Allah resulunun (s.a.v) risaletinden kısa bir zaman önce yaşamış olan bir zat idi.Putlara asla tapmayan ve şirkten uzak duran,peygamber'in
(s.a.v) tek bir ümmet gibi diriltileceğini bildirdiği bir kişiydi.Allah resulu kendisini görmüştü.Bir gün
Zeyde putlar için kesilen kurbandan oluşan bir sofra sunulduda o bu sofradan yemekten kaçındı ve on-
lara;'' Ben sizin ortak koştuklarınız için kestiklerinizden yemeyeceğim.(Onları kınayarak)koyunu Allah yarattı,ona gökyüzünden su indirdi,yerzüyünde onun için bitki çıkardı.Sonra siz onu Allahın ismi dışın
da birşeyle,inkar etmek ve kendisi için kestiğiniz şeyi yüceltmek için kesiyorsunuz.''diyordu.

Malum olduğu gibi müşrikler hayvanı putlarının önüne yatırıp,''Bismil-Lati,Uzza veya Hubel vs.demek
suretiyle seslerini yükseltirler ve işte bu şekilde Allahın yüce isminin dışında bir takım isimleri telaffuz
ederek keserlerdi.(bak.et-Tefsirul Münir/Zuhayli)

Binaen aleyh,Fıkıh kitaplarındaki ''Müşriklerin kestikleri yenmez,haramdır''ifadesi;Allahın isminin gayrisindeki isimleri zikrederek putlar üzerine kesilenler kastolunmuştur.Başka bir ifadeyle; ''Müşriklerin kestikleri haramdır'' hükmü ''Putlar üzerine kesilen'' illetine bağlanmaktadır.





HULASAYI KELAM VE NETICE : < muhtasar >

Idaresi,yönetimi şirki ve küfri olan ancak islam ahkamının kısmende olsa icrası mümkün olan ve halkı zahirende olsa islam ve müslüman olan ülkelerde ( Türkiye vb.gibi ) Netıce ve çare:


1- Şirki ve şirkin her nev'ini reddetmiş olan ve uzak duran muvahhid müminlerin kestiklerini tercih et
mek ve yemek en doğru ve en sıhhatli yoldur.Takvaya en uygun olanda zaten budur.

2 Ikinci olarak,haliyle ve kavliyle zahiren müslüman olduğuna şahit olduğumuz bir kişinin besmele ve
islami usullere göre kesdiğini ( Şirk ve küfrüne şahit olmadığimiz kişilerin ) yemek ve tercih etmek.

3-Yukarıda zikrettiğimiz ayet,hadis,tefsir ve ulemanın görüş ve açıklamalarına binaen diyoruzki;
Cahiliyye dönemindeki müşrikler tefsirlerde'de gördüğümüz gibi kestikleri hayvanları putlarının
önüne yatırıp,yine onların adlarını yüksek sesle anmak suretiyle kesmekte idiler.Şöyle özetleyecek
olursak;Allahın yanısıra putlara tapmak suretiyle başka ilahlar edinmek,o putlarına saygı ve tazimle,
önlerine yatırdıkları hayvanları putlarının adını yüksek sesle anmak suretiyle kesmekte'dirler.
Şimdi, günümüz insanlarına baktığımız ve mukayese yaptığımızda karşımıza farklı bir tablo çıkmak-
ta'dır.Her ne kadar bilerek veya bilmeyerek birtakım hususlarda şirke düşmekte iselerde,Allaha,resu-
na inandıklarını ve iman ettiklerini söylemekte,kesecekleri hayvanı islami usullere göre ve besmele
çekerek kesmekte'dirler.Putların önünde ,putların adlarını anarak kesmemekte'dirler.Aralarındaki
fark;cahiliye devrindeki müşrikler islamı inkar ediyor,Allah resulunu ve kuranı inkar ediyor ve hay
vanlarını putlarının önünde onların adlarını zikretmek suretiyle kesiyorlardı.Şunu peşinen söyleyelim
ki,zikrettiğimiz bugünkü (Tağut ve Müşrikleri tasvib eden ve destekleyen) toplumun islam ve iman
iddialarının kendilerini içinde bulundukları şirk ve küfürden kurtaracağını söylemek istemiyoruz.
Ancak kestikleri hayvanları yemenin caiz ve helal olacagını söyleyenlerin bu görüşlerinide ciddiye
almak ve bir ruhsat olarak görmenin gerekliliğine dikkatleri çekmek istiyoruz .En sıhhatlisini ve
takvaya uygun olanını yukarıda 1 ve 2 maddelerde zikrettik. Allahu subhanehu ve teala alem.









بسم الله الرحمن الرحيم Ders: 12-


اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ فَاَصْلِحُوا بَيْنَ اَخَوَيْكُمْ وَاتَّقُوا اللهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ * Hucurat/10
“Şüphesiz mü’minler birbiri ile kardeştirler; öyle ise dargın olan kardeşlerinizin arasını düzeltin; Allah-tan sakının ki size acısın.” Hucurat-10

Ayeti kerimenin nuzul sebebi:
Tefsir alimleri bu ayetlerin indirilişleri hakkında bir çok rivayetler nakletmişlerdir . Bu rivayetlerden bir kısmını İmam Müslim rivayet etmiştir. Bunlardan biri de Rasulul-lah'a karşı edepsiz ve terbiyesiz bir tutum takınan Abdullah bin Ubey'in neden olduğu problemlerdir. Münafıkların ileri gelenlerinden olan Abdullah bin Ubey, Evs ve Hazrec kabilelerinden bazı kimseler arasında münakaşalara sebep olmuş ve bu münakaşalar da yerini vuruşmalara ve sopalı saldırılara bırakmıştı.
--İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis -
Mü'minler sadece birbirlerinin kardeşleridir. İman bağı onları birleştirmiştir. Aralarinda düşmanlık, kin, buğz ve savaş olması onlara yakışmaz. Tefsirciler şöyle der: Ayetteki edatı hasr ifade eder. Yüce Allah sanki şöyle buyurmuştur: Kardeşlik sadece mü'minler arasında­dır. Bir mü'min ile bir kâfir arasında kardeşlik olmaz. Ayette, İslam kardeş­liğinin soy kardeşliğinden daha kuvvetli olduğuna işaret vardır. Öyle ki, İs­lâm kardeşliği olmayınca, soy kardeşliğine itibar edilmez. O halde, mü'min kardeşlerinizin arasıni düzeltin. Aralarında ayrılık çıkma­sına ve kinin etkili olmasına fırsat vermeyin. Allah'ın emirlerine sarılarak ve nehiylerinden kaçınarak O'ndan korkun ki, rahmeti sizi kuşatsın cennet ve rızasına nail olmakla mutlu olasınız . ( Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir )

“İster zâlim isterse mazlum konumunda olsun kardeşine yardım et. Sahâbe-i kiram: Ey Allah’ın Resûlü, mazlumken ona yardımı anladık ama zâlimken ona nasıl yardım edeceğiz? diye sorunca Allah’ın Resûlü buyurdu ki: O zaman onu da zulmetmekten alıkoymak şeklinde” (Buhâri 3/98)
“Ebu Hureyre (r.a) dan, demiştir ki: Rasûlullah Efendimiz şöyle buyurdu: “Birbirinize haset etmeyiniz. Birbirinizin aleyhinde fiyatları kızıştırarak necş yapmayın (alışverişte birbirinizi aldatmayınız) Birbirinize buğz etmeyiniz. Birbirinize sırt çevirip dargın durmayınız. Birbiri nizin pazarlığı bitmiş alışverişini bozmayınız. ( Birbirinizin alışverişi üzerine alışveriş yapmayınız ) Ey Allah’ın Kulları! Kardeş olunuz, müslüman müslümanın kardeşidir.Ona zulmetmez, sıkıntı anında onu kendi haline terk etmez. Ona yalan söyleyip aldatmaz. Onu küçük görmez. (Üç defa göksüne vurarak) Takva işte buradadır. Bir kimse müs-lüman kardeşine hor baktı mı işte şerrin bu kadarı ona ye-ter artar bile. Müslümanın her şeyi;canı,malı,ırzı müslümana haramdır. (Buhâri, Edep 7/88) (Müslim, Birr 4/1986)

يَآاَيُّهَا النَّاسُ اِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ ذَكَرٍ وَاُنْثَى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَآئِلَ لِتَعاَرَفُوآ اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللهِ
Hucurat/13 * اَتْقَيكُمْ اِنَّ اللهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ
Ey İnsanlar! Doğrusu Biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi milletler ve kabileler haline koyduk ki birbirinizi kolayca tanıyasınız. Şüphesiz, Allah katında en değerliniz, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Allah bilendir, haberdardır.” Hucurat-13
 Ayeti kerimenin nuzul sebebi:
İbn Abbas (r.a) dedi ki: Mekke fethi gününde Peygamber (sav) Bilale emir ver­mesi üzerine Ka'be'nin damına çıkıp ezan okudu. Attab b. Esid b. Ebi'l-Iys şöy­le dedi: Bugünü görmeden önce babamın ruhunu alan Allah'a hamdolsun. el-Haris b. Hişam da: Muhammed ezan okumak üzere şu siyah kargadan baş­kasını bulamadı mı? dedi, Süheyl b. Amr da: Allah bir şeyi diledi mi onu de­ğiştirir, dedi. Ebu Süfyan ise: Ben hiçbir şey demiyorum. Çünkü semanın Rab-binin söylediğimi haber vereceğinden korkarım. Cebrail, Peygamber (sav)'a gelerek neler söylediklerini ona haber verdi. Onları çağırdı ve neler söyledik­lerini sordu, onlar da ikrar ettiler. Bunun üzerine yüce Allah bu âyet-i keri­meyi indirerek
soylarla öğünmeyi, mal çokluğuyla öğünmeyi, fakirleri küçüm­semeyi yasakladı. Çünkü asıl gözönünde bulundurulması gereken takvadır. Yani herkes Adem ile Havva'dandır, üstünlük ancak takva iledir. ( İmam Kurtubi, Camiu li-Ahkami’l-Kur’an )

Peygamber buyur­du ki: "Ey insanlar! Şüphesiz ki sizin Rabbiniz birdir. Şüphesiz ki sîzin baba­nız da birdir. Şunu bilin ki arab olan birisinin arab olmayana, arab olmayan birisinin arab olana, siyahın kırmızıya, kırmızının siyaha, takva ile olması ha­li müstesna, hiçbir üstünlüğü yoktur. Söyleyin, ben tebliğ ettim mi? Onlar: Evet dediler. Peygamber de: "O halde hazır bulunan burada bulunmayana bildir­sin" diye buyurdu. ( Müsned, V, 4li, Heysemi, Mecmâ', III, 266.)

Gerçekten islam bütün kılık ve şekilleri ile bu cahiliyet taassubu ile mücadele etmiştir. İslamın bundan gayesi, tüm dünyayı kucaklayan ve insana yaraşır sistemini bir tek sancak altında kurmaktır. Bu birtek sancak Allah'ın sancağıdır... Yoksa ne milliyetçilik sancağıdır bu, ne de vatan, ne aile ve ne de ırk sancağı... Bütün bu sancaklar islamın tanımadığı sahte sancaklardır.
Nitekim Resulullah -salât ve selâm üzerine olsun- şöyle buyurur: "Hepiniz Hz. Adem'in çocuklarısınız. Hz. Adem de topraktan yaratılmıştır. İnsanlar ataları ile övünmeyi bıraksınlar yoksa, yüce Allah'ın katında pislik böceğinden daha değersiz hale gelirler." ( Fi-Zilalil-Kurani-Seyyid Kutub (r:alh) )

AYETI KERIMELERDEN ALINACAK DERSLER

1-Hiç şüphesiz Allahu teala müminleri biri birlerine kardeşler kılmıştır.Bu kardeşlik bağı soy ve neseb
kardeşliğinin fevkinde ve çok özel bir kardeşlik'dir.Yalnızca müslümanlara has olan bir kardeşlik.
Islam cemaatının ve birliğinin bel kemiği mesabesinde olup zedelenmesi veya yıkılması haram olan
bir bağ .Ümmetin ayakta ve hür kala bilmesi,yok olmaması ve esarete düşmemesini sağlayan bir bağ.

2- Müminler, islam kardeşliğinin gereği olan; biri birlerinin namus,izzet,şeref ve canlarını yine kendi
öz can,namus,izzet ve şerefleri gibi aziz ve kıymetli olduğunun şuur ve idrakına varır,yeryüzünün
muhtelif yerlerinde ila-i kelimetullah uğrunda canlarıyla ve mallarıyla cihad eden mazlumların dert-
leriyle dertlenip sahip çıkarlarsa,işte o zaman Allahın nusreti yetişir ve esaret zincirleri bir bir kırılır.
3- Ayeti kerimede kardeşlerinizin arasını düzeltin buyrulmakta,demekki iki müslümanın arasında bir-
küs ve dargınlık vuku bulduğunda hemen onların arasını bulmak ve barıştırmakla sorumluyuz.Ancak
hadisi şerifte ifade buyrulduğu gibi,mazluma yardım ederken zulmedenede yapmakta olduğu haksız
lık ve zulmune engel olmak suretiyle yardım etmeyi ihmal etmemeliyiz.Aksi taktirde zulüm olur.
3- Hucurat 13 de buyrulduğu gibi,bütün insanlar bir erkek ve birde dişiden yaratılmışlar,daha sonrada
muhtelif kabile ve milletlere ayrılmışlardır ki imtihanın gereği ve kendi aralarında tanışma vs.hik-
metlere binaen.Binaen aleyh,islam; milliyetciliği,kavmiyetciliği ve ırkcılığı yasaklamış ve haram
kılmıştır.Nitekim hadisi şeriflerde“Kavmiyetciliğe çağıran bizden değildir,kavmiyetcilik uğrunda dö
güşenler bizden değil'dir,kavmiyetcilik uğrunda ölenler bizden değil'dir“ (Ebu Davud) buyrulmuştur.
4- O halde müslümanlar dili,rengi ve ırkı ne olursa olsun „müminler kardeştir“sancağına yapışıp,Allah
teala indinde en üstün olanlar ancak Allahtan en çok korkanlar'dır bilinç ve idrakı içerisinde haraket
etmek durumundadırlar.Milliyetcilik ve kavmiyetcilik putu adına, yüce Allahın kardeş kıldığı kardeş-
leriyle itişip kakışmayı biran evvel terkedip,biri birlerini kucaklayıp el ele verip gerçek düşmanlarına
karşı gerekli mücadeleye ve mucahedeye girmelidirler.Işte bizlere bugün farzı ayın olanda budur.
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ Ders-13-

لاَ تَجِدُ قَوْمًا يُؤْمِنُونَ بِاللهِ وَالْيَوْمِ اْلاَخِرِ يُوَآدُّونَ مَنْ حَآدَّ اللهَ وَرَسُولَهُ وَلَوْ كَانُوآ اَبَآءَ هُمْ  اَوْ اَبْنَآءَ هُمْ اَوْ

Mucadele/22 *............ اِخْوَانَهُمْ اَوْ عَشِيرَتَهُمْ
„Allah’a ve ahiret gününe inanan bir toplumun; babaları, oğulla-rı, kardeşleri yahut akrabaları da olsa,
Allah’a ve Rasulüne düşman olanlarla, dostluk ettiğini göremezsin.“ Mücadele/22
Âyetin Nüzul Sebebi:
"İsterse bunlar babaları... olsalar bile" buyruğu hakkında es-Süddî de­di ki; Bu Abdullah b. Ubeyy'in oğlu Abdullah hakkında inmiştir. Babasinin Allah resuluna hakarat etmesi üzerine bu işe kızdı ve Peygamber (sav)'a gelerek: Ey Allah'ın Rasûlü dedi, babamı öldürmeye bana izin vermez misin? Peygamber (sav): "Hayır, ona yumuşak davran ve ona iyilik yap" dedi.
İbn Cüreyc dedi ki: Bana anlatıldığına göre Ebû Kuhafe, Peygamber (sav)'a dil uzattı. Oğlu Ebû Bekir ona öyle bir tokat indirdi ki bunun sebe­biyle yüzü üzere yıkıldı. Sonra Peygamber (sav)'a gelip, durumu ona aktar­dı. Peygamber: "Böyle bir şey yaptın mı? dedi. Bir daha bunu yapma." Ebû Bekir dedi ki: Seni hak ile peygamber gönderen adına yemin ederim ki, eğer kılıcım bana yakın olsaydı, onu öldürecektim,
"Yahut oğulları" buyruğu ile kastedilen Ebû Bekir'dir. Oğlu Abdullah'ı Bedir günü teke tek çarpışmaya çağırmıştı.
"Yahut kardeşleri" buyruğu ile Mus'ab b. Unıeyr kastedilmektedir. O Be­dir günü kardeşi Ubeyd b. Umeyr'i öldürmüştü.
"Yahut soydaşları" buyruğu ile de Ömer b. el-Hattab kastedilmektedir. O da dayısı el-Âs b. Hişam b. et-Muğire'yi Bedir günü öldürmüştü. Ali ve Ham-za ise Bedir gününde Utbe, Şeybe ve el-Velid'i öldürdüler. ( İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an )
Razi şöyle demiştir: Alimlerin çoğunluğu bu ayetin Hatıb b. Ebi Bel-tea'nın Rasulullah'ın (s.a.) Mekke fethi için yaptığı hazırlıkları onlara ha­ber vermesi üzerine onun hakkında nazil olduğunda ittifak etmişlerdir. (Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir )


يَآاَيُّهَا الَّذِينَ اَمَنُوا لاَ تَتَّخِذُوا اَبَاءَ كُمْ وَاِخْوَانَكُمْ اَوْلِيَاءَ اِنِ اسْتَحَبُّوا الْكُفْرَ عَلَى اْلاِيمَانِ وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ
Tevbe/23 * مِنْكُمْ فَاُولَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ
„Ey iman edenler, eğer küfrü imana tercih etmişlerse babalarınızı, kardeşlerinizi dostlar edinmeyin. Sizden her kim onları dostlar edinirse işte onlar zalimlerin ta kendileridir.“ Tevbe/23
Ayetin nuzul sebebi:
"Ey iman edenler!... veliler edinmeyin" ayetinin nüzulüyle ilgili olarak Kelbî şöyle demiştir: Resulullah (s.a.)'e Medine'ye hicret emri verildiği zaman, bazısı babasına, kardeşine ve hanımına: Biz hicretle emrolunduk diyor, onlardan bazısı bundan hoşnut olarak hemen bu emre uyuyor, bir kısım da hanımı­na, çoluk çocuğuna takılıyor, onlara acıyor ve onlarla kalarak hicreti terk edi­yordu. İşte onları azarlamak üzere: "Ey iman edenler! Babalarınızı, kardeşleri­nizi, eğer küfrü sevip onu imana tercih ediyorlarsa veliler edinmeyin." ayeti na­zil oldu .(Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir )
Müfessirler, bu âyet-i kerime'nin, mekke fethedilmeden önce orayı bı­rakıp dârülislam olan Medine'ye hicret etmeyen kişileri dost edinmeyi yasakla­dığıni ve bu sebeple nazil olduğunu söylemişlerdir. Zira Abbas b. Abdülmutta-lib: "Ben hacılara su dağıtıyorum: "Talha b. Şeybe de; "Ben Kâbenin sahibiyim" demişler ve "Bizim, hicret etmemize gerek yoktur." şeklinde sözler söylemişler­dir. Ayeti kerime de bu gibi insanların dost edinilmemelerini emretmiştir. ( bak; Tefsiri Imami Taberi )
Peygamber (s.a)şöyle buyurmuştur: "Sizden iman eden, Allah için sevme­dikçe ve Allah için buğz etmedikçe imanın tadını alamaz. Sevdiği kimse insanların kendisine en uzağı da olsa, onu Allah için sever, buğz ettiği kimse, insan­ların kendisine en yakını da olsa ona, Allah için buğz eder..."

AYETI KERIMELERDEN ALINACAK IBRET VE DERSLER


1-Gerek mucadele 22de ve gerekse Tevbe 23 de müştereken verilen mesaj; müslümana Allaha ve resu-
luna düşman olan ve yine küfrü ve şirki imana tercih edenleri velevki babaları ve kardesleri gibi enya
kın akrabaları dahi olsa onları dost ve veli edinmesi yasak ve haram kılınmıştır.Ve bu aynı zamanda
imanın bir gereği'dir.Zira Allaha ve resulune düşman olanları sevmek, küfre ve şirke razı olmak'tır.

2- Dost ve veli edinme anlamında yasak olan sevgi ve muhabbete bir kaç misal verecek olursak:

a) Genel manada dost ve veli edinmek,yani ipleri onların eline vermek,emirler ve reisler edinmek gibi;
„ Müminler müminleri bırakıp kâfirleri veli (dost) edinmesin. Kim bunu yaparsa Allah'a dostluğu
kalmaz. „ A.Imran/28
b) Küfür ve şirklerine rağmen sevgi ve muhabbet beslemek suretiyle dost ve yardımcılar edinmek;
„Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Onlar size gelen
gerçeği inkâr etmişken, onlara sevgi gösteriyorsunuz. Halbuki onlar Rabbiniz olan Allah'a
inandığınızdan dolayı, Peygamber'i ve sizi yurdunuzdan çıkarıyorlar.“ Mümtehine/ 1

c) Kafir ve münafıklara güvenmek ve onları sırdaş edinmek suretiyle dost ve veliler edinmek;
„Ey iman edenler! Sizden olmayan kişileri dost veya sırdaş edinmeyin. Onlar sizi yoldan çıkarmak ve size
kötülük etmekten asla geri durmazlar ve sizi sıkıntıda görmekten hoşlanırlar.“ A.Imran/118

d)Laiklik ile ilgili kuruluşlara,Demokrasi ve partilere üye olmak,dinle alakası olmayan kavmiyetcilik,
sosyalizim,komunizim vs.gibi kurum ve teşkilatlara katılıp ,meclislerinde fikir ve görüşlerini dinle-
mek ve dolayısıyla onlarla aynı meclisleri paylaşıp birlikde haşır ve neşir olmak,destek olmak ;
“O, size kitapta “Allah'ın âyetlerinin inkâr edil­diğini ve alaya alındığını işittiğinizde, başka bir söze
geçmedikçe, onlarla bir arada oturmayın, yoksa siz de onlar gibi olursunuz" diye indirdi. Doğrusu
Allah münâfıkları ve kâfirlerin hepsini cehennemde toplayacaktır.” Nisa/140

3- Binaen aleyh,yasaklanan dostluk ve veliler edinmeyi özetleyecek olursak;İnkarcı,mürted ve müna-
fıkları,cidden sevip onlara karşı kalbten muhabbet ve sevgi beslemek.Onları dost,arkadaş, sırdaşlar,
reisler ve emirler edinmek,onlara güvenip küfür ve şirklerinden rahatsız olmamak dolayısıyla tebliği,
hakka ve şeriata daveti ihmal etmek veya terketmek.
Muvahhid müminlere düşen, onlara Allah için buğz etmenin, dost ve sırdaş edinmemenin yanı sıra,
hakka davet etmek,islamın hakikatlarını tebliğ etmek'tir. Hele hele yakın akrabayla alakayı kesmemek
,daima iyilik ve güzellikle islama,hakka davet etmek şart ve suretiyle onlarla irtibat halinde olmaktır.
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ Ders=14-


وَقَضَى رَبُّكَ اَلاَّ تَعْبُدُوا اِلاَّ اِيَّاهُ وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَانًا اِمَّا يَبْلُغَنَّ عِنْدَكَ الْكِبَرَ اَحَدُهُمَا اَوْ كِلاَهُمَا فَلاَ

İsra/23 * تَقُلْ لَهُمَا اُفٍّ وَلاَ تَنْهَرْهُمَا وَقُلْ لَهُمَا قَوْلاً كَرِيمًا

''Kabbin şunları hükmetti: Kendisinden başkasına ibadet etme­yin. Anne ve babaya iyi davranın. Eğer onlardan biri veya iki­si yanında ihtiyarlığa ererse sakın onlara öf deme. Onları azar­lama, onlara tatlı ve güzel söz söyle.'' İsra/23

وَوَصَّيْنَا اْلاِنْسَانَ بِوَالِدَيْهِ حَمَلَتْهُ اُمُّهُ وَهْنًا عَلَى وَهْنٍ وَفِصَالُهُ فِى عَامَيْنِ اَنِ اشْكُرْ لِى وَلِوَالِدَيْكَ اِلَىَّ
Lokman/14 * الْمَصِيرُ
“Biz insana, ana ve babasına karşı iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Annesi onu, güçsüzlükten güçsüzlüğe uğrayarak karnında taşımıştı. Çocuğun sütten kesilmesi iki yıl içinde olur. Bana ve ana babana şükret diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş Banadır.” Lokman/14

AYETİ KERİMELER HAKKINDA

Şanı yüce Allah kullarına, kendisine ibadet edip kendisini tevhid etmele­rini emretmiş, anne ve babaya İyilikte bulunmayı da bununla birlikte zikret­miştir. Tıpkı onlara şükretmeyİ kendi yüce zatına şükretmekle birlikte zikret­tiği gibi. O hem: "Rabbin şunları hükmetti: Kendisinden başkasına ibadet etmeyin, anne ve babaya iyi davranın" diye, hem de: "Bana ve ana-baba-na şükret. Dönüş yalnız Banadır" (Lukman, 31/14) diye buyurmaktadır. (İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an )
Sahih'-i Buhârî'de, Abdullah b. Mes'ud'dan şöyle dediği nakledilmektedir Peygamber (sav)'a: Aziz ve celil olan Allah'ın en sevdiği amel hangisidir, di­ye sordum, o: "Vaktinde kılınan namazdır" diye buyurdu. Sonra hangisidir, diye sordum, "Anne-babaya iyilik yapmaktır" diye buyurdu. Ben: Sonra hangisidir diye sordum, o da: "Allah yolunda cihaddır" dedi.
Böylelikle Peygamber (sav), anne-babaya iyilik yapmanın, İslâm'ın en bü­yük direklerinden birisi olan namazdan sonra amellerin en faziletlisi oldu­ğunu haber vermekte ve bunu tertip ve mühlet anlamını veren "sümme; sonra" ile sıralamış bulunmaktadır. (Tefsirul-Münir/Vehbe Zuhayli)

İbn Abbas da şöyle demektedir: Peygamber (sav) şöyle buyurdu: "Kim anne-babasını razı ederek akşam» eder ve öylece sabahı ederse o, cennetle açılmış iki kapısı bulunduğu halde akşamı ve sabahı et­miş olur. Eğer onlardan birisini razı etmişse bir kapısı bulunur. Kim de an­ne-babasını kızdırarak akşam ve sabah edecek olursa o da, cehennem ate­şine giden açık iki kapısı bulunarak akşam ve sabahı eder. Onlardan birisi­ni kızdırmışsa bir kapısı bulunur." Bir adam: Ey Allah'ın Rasûlü! Anne-babası ona zulmederse de mi? diye sorunca, Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Anne-babası ona zulmetse dahi, anne-babası ona zulmetse dahi, anne-babası ona zulmetse dahi" diye buyurdu .
(Suyutî, ed-Durru'i-Mansûr, V, 268.)

, Abdullah b. Ömer'den şöyle bir hadisi şerif rivayet etmektedir: "Rabbin razı olması babanın razı olmasına bağlıdır. Rabbin gazap etmesi babanın gazap etmesine bağlıdır." Tirmizî

وَاِنْ جَاهَدَاكَ عَلى اَنْ تُشْرِكَ بِى مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ فَلاَ تُطِعْهُمَا وَصَاحِبْهُمَا فِى الدُّنْيَا مَعْرُوفًا
Lokman /15 *وَاتَّبِعْ سَبِيلَ مَنْ اَنَابَ اِلَىَّ ثُمَّ اِلَىَّ مَرْجِعُكُمْ فَاُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ

''Anne babana saygılı ol, eğer onlar hakkında hiçbir delil ve bilgi bulunmayan bir şeyi, körü körüne bana ortak koşman için uğraşırlar ve ağırlıklarını koyarlarsa, onlara bu hususta itaat etme, dünyada onlara iyilik et ve bana yönelen kimsenin yoluna uy. Sonunda hepiniz bana dö-neceksiniz ve o zaman hayatta iken, yapmış olduğunuz herşeyi gerçek şekliy-le size haber vereceğim.'' Lokman/15
Ayetı kerimenin nuzul sebebi:Bu âyet-i kerimelerin nüzul sebebinde meşhur olan, Sa'd ibn Ebî Vakkâs hakkında ve annesi Hamne bint Ebî Süfyân ibn Ümeyye onu dininden döndürmeye çalıştığı zaman nazil olduğudur. Şöyle ki:
Ebu Davud ibn Ebî Hind'in Sa'd ibn Ebî Vakkâs'tan rivayetinde o şöyle anlatıyor: "Eğer seni, hakkında bilgin olmıyan bir şeyi bana ortak koşmaya zorlıyacak olurlarsa onlara itaat etme ve onlarla dünyada ma'rûf üzere birlikte ol..." âyet-i kerimesi benim hakkımda indi. Ben, anneme karşı iyi davranan birisiydim. Müslüman olunca annem bana: "Ey Sa'd, bu sonradan ihdas ettiğin din de nedir? Ya bu dini bırakacaksın ya da ölünceye kadar yemiyeceğim, içmeyeceğim de insanlar "Annesinin ölümüne sebep oldu." diye seni ayıplıyacaklar." dedi. Ben: "Ey anneciğim, yapma; çünkü ben asla dinimi bırakacak değilim." dedimse de yemeden içmeden bir gün ve gece geçirdi. Sabaha çıktığında açlıktan iyice bunalmıştı. Ben: "Allah'a yemin olsun; bin tane canın olsa, hepsi de birer birer çıksa ben yine bu dinimi hiçbir şey için bırakacak değilim." dedim. Benim bu kesin tavrımı görünce yedi, içti ve işte Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi. ( Ibnu'i-Esîr, Usdu'i-Ğâbe, n,368. Ayrıca/ Tefsiri İbni Kesir)
Eğer hakkında bilgin olmayan bir konuda anan ve baban seni Bana şirk koşmaya zorlarlarsa, senden bana karşı şirk isterlerse, seni bana ortak koşmaya mecbur ederlerse sakın o ikisine itaat etme. Ama dünya konusunda onlarla iyi geçin. Onlara güzel muamelede bulun. Evet ana ve baba Allah’tan sonra itaat edilecek, iyi davranılacak, Allah’tan sonra teşekkür edilecek sahiplerimizdir. Bizim üzerimizde Allah’tan sonra en çok hak sahibi olanlardır onlar. Onlarla iyi geçinmek, onlara itaat etmek zorundayız. Ama eğer babamız anamız Allah’la bir çatışma içine girerler, bizden Allah’ın istemediği bir şeyi yapmamızı isterlerse, bizi Rabbimize isyana teşvik ederlerse, bizi Rabbimize kulluktan uzaklaştırmaya, Rabbimizle aramızı açmaya ça-lışırlarsa işte o zaman onların istediklerine itaat hakları bitiyor.
( Besâirul-kuran,)

AYETİ KERİMELERDEN ALINACAK IBRET VE DERSLER



1-Ayetı kerimede de açıkca ifade buyrulduğu gibi,Allahu teala sadece ve sadece kendisine ibadet edil-
mesini,Anne ve Babaya itaatkâr (marufta) olmayı,onlara iyi davranmayı hükmetmiş ve farz kılmıştır.
Kişinin Anne ve babasına karşı gelmesini,onları azarlamasını ve dinlemeyip itaatsızlık etmesinide
haram ve yasak kılmıştır.Ayeti kerimede Allahu tealanın kensine ibadetten hemen sonra Anne ve Ba-
baya itatı ve onlara öf bile dememeyi zikretmesi meselenin önem ve ehemmiyetini gösteremekte'dir.

2-Lokman /14 de yine Anne ve Babaya güzel ve iyi davranmak tavsiyye edilmekte.Ayrıca Anaların çek
miş oldukları zahmet ve külfetlerinden bahsedilmektedir.Hadisi şerifte Allahın rızası Babanın rızasın-
da buyrulmasına rağmen Annelerin emek ve haklarının daha büyük ve çok olduğuna işaret buyrul-
maktadır.Dolayısıyla,bedenini,sıhhatini,gecesini ve gündüzünü evlatlarının uğrunda feda eden cefa-
kâr ve vefakâr annelerimizin kadru kıymetlerini iyi bilmek suretiyle Anne ve Babalarımıza sondere-
ce saygılı ve ıtaatkâr olmak durumundayız.Ki onlara müteşekkir olan birer salih evlatlar olabilelim.

3- Lokman /15 de, Allahu teala bizlere Anne ve Babalara farz olan itaatın hadsiz ve sınırsız olmadığını,
onların marufun dışındakı emirlerine,kendisine isyana sürükleyici emir ve isteklerine itaatı yasak ve
haram kılmıştır. Özellikle yaşdığımız bu asırda böylesi sorunlarla karşı,karşıya kalan birçok muvah-
hid kardeşlerin bu zor durumlarını maalesefin görmekte ve muşahade etmekteyiz.Anne ve Babaları-
nın islamı,şeriatı ve Şer'i ahkamları reddettiklerinden ve dolayısıyla evlatlarınında sıratı-müstakımde
yürümelerine karşı çıkıp engel olmağa çalışmalarından dolayı sıkıntılara düşüp muzdarip olmaktadır
lar.Bu muvahhıd kardeşlerimize düşün, Allaha isyan veya bir haramı işleme noktasındaki emir ve
arzularına asla uymamak,itaat etmemek'tir.Ancak yine ayeti kerimede buyrulduğu gibi kafir ve inkar
cı olan Anne-Baba ile dünyada iyi geçinmek,onların kalblerini kırmamak,Allaha ısyan dışındaki ma-
ruf olan emir ve taleblerini yerine getirmek suretiyle gönüllerinı hoş ve hoşnut etmelidir.Sabırla ve tat
lı dille onları hakka davet etmeli,Allahu tealadan kendileri için hidayet dilemelidir.Allahu teala bizle-
ri hidayetden,sıratı-müstekımden,rızasından,kuran ve sünnetten ayırmasın.Allahümme Âmin.
بسم الله الرحمن الرحيم Ders-15-


اِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ لِيَصُدُّوا عَنْ سَبِيلِ اللهِ فَسَيُنْفِقُونَهَا ثُمَّ تَكُونُ عَلَيْهِمْ حَسْرَةً ثُمَّ
Enfal/ 36 * يُغْلَبُونَ وَالَّذِينَ كَفَرُوا اِلَى جَهَنَّمَ يُحْشَرُونَ

“Doğrusu inkâr edenler mallarını Allah'ın yolundan insanları alıkoymak için sarf ederler ve daha da sarf edeceklerdir; ama sonra içleri yanacak, hem de mağlup olacaklardır.'' Enfal/36

Ayeti kerimenin nuzul sebebi:İbni Abbas, Mücahid ve daha başkalarından rivayete göre, ayet Ebû Süf-yan'm Bedir'de müşriklere yaptığı harcama ve Uhud'da Resulullah'la savaş­mak için ettiği yardım üzerine nazil oldu.Mukâtil, ve Kelbi ise şöyle demişlerdir: Bedir savaşında Kureyş ordusunu yediren, Kureyş’in önde gelenlerinden 12 kişi hakkında nazil oldu. (Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir )

وَالَّذِينَ اَمَنُوا وَهَاجَرُوا وَجَاهَدُوا فِى سَبِيلِ اللهِ وَالَّذِينَ اَوَوْا وَنَصَرُوا اُولَئِكَ هُمُ الْمُؤْمِنُونَ حَقًّا لَهُمْ
Enfal /74 * مَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَرِيمٌ
''İman edip de Allah yolunda hicret ve cihad edenler ve barındırıp yardım edenler: İşte gerçek mümin olanlar bun­lardır. Onlar için mağfiret ve (cennette) bitmez tükenmez bir rızık vardır.'' Enfal /74

Ayeti kerime hakkında:
Ayetlerin nüzul tertibine göre, iman edip hicret edenler ve Allah yolunda malla­rıyla, canlarıyla cihad edenler, Mekke'den Medine'ye hicret eden Muhacirlerdir. Hima­ye edip yardım edenler ise Medineli müslümanlardır. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Aralarındaki kardeşlik bağı pekişmiştir. Bütün koşullarda yardımlaşir ve birbirlerine destek olurlar . ( İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis )

Gerçek mü'minler bunlardır işte... İmanın somutlaştığı gerçek tablo budur. Bu dinin ortaya çıkışının ve varoluşunun gerçek tablosudur bu. Çünkü bu din, sadece teorik temelini duyurmakla, sırf inanmakla, hatta sırf ibadet adı taşıyan davranışları yerinè getirmekle gerçek anlamda varolmaz. Bu din hareketli bir toplumun şahsında somutlaşmadığı sürece fiilen varolmuş sayılmayan bir hayat sistemidir. Bu dinin inanç düzeyindeki varlığına gelince, bu teorik bir varlıktı. İşaret ettiğimiz gibi, hareketli ve realist bir şekilde temsil edilmediği sürèce gerçekleşmiş olamaz.
İşte bu gerçek mü'minler için bağışlanma ve bol rızık vardır. Burada rızık cihad, Allah yolunda malı hârcama, barınak sağlama, yardım ve bütün dayanışmalar münasebetiyle yeralmaktadır. Bunun da ötesinde, bağışlanma vardır.. İşte bol rızık budur. Daha doğrusu bol rızıktan daha üstündür bu bağışlanma... ( Fi' Zilalil- Kurani/ Şehid Seyyid Kutub (r.alh) )

قُلْ لِعِبَادِى الَّذِينَ اَمَنُوا يُقِيمُوا الصَّلَوةَ وَيُنْفِقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِرًّا وَعَلاَنِيَةً مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِىَ يَوْمٌ لاَ
İbrahim/31* بَيْعٌ فِيهِ وَلاَ خِلاَلٌ
“Ey Muhammed! İnanan kullarıma söyle, namazı kılsınlar; alış veriş ve dostluğun olmayacağı günün gelmesinden önce, kendilerine verdiğimiz rızıktan açık ve gizli sarf etsinler.” İbrahim/ 31

وَاَتِ ذَا الْقُرْبَى حَقَّهُ وَالْمِسْكِينَ وَابْنَ السَّبِيلِ وَلاَ تُبَذِّرْ تَبْذِيرًا -, اِنَّ الْمُبَذِّرِينَ كَانُوا اِخْوَانَ
İsra/ 26-27 * الشَّيَاطِينِ وَكَانَ الشَّيْطَانُ لِرَبِّهِ كَفُورًا

“Yakınına, düşkününe ve yolcuya hakkını ver; elindekileri saçıp savurma. Saçıp savuranlar, şüphesiz şeytanla kardeş olmuş olurlar; şeytan ise Rabbine karşı pek nankördür.”İsra/ 26-27
Ayeti kerime hakkında:
Evet yalnız Allah’a kulluk etmenin, sadece Onu dinlemenin gereklerinden birisi de işte burada anlatılıyor. Neymiş o? Akrabalara, miskinlere, düşkünlere ve yolcuya hakkını ver. Elindekileri, sahip olduklarını Allah’ın bu dünyada imtihan için sana verdiklerini sakın saçıp savurma. Sakın israf etme. Yâni onları sakın kulluğun ve Allah’ın rızasının dışında kullanma.
İşte böyle yapmanız da Bana kulluktur buyuruyor. Değilse, eğer benim istediğim gibi yapmazsanız, varlığınızı benim gösterdiğin yerlerde değil de boş yerlerde harcarsanız, saçıp savurursanız bilesiniz ki şeytanın dostları oldunuz demektir. Şeytan Rabbine karşı çok nankördür. Şeytan Rabbinin verdiklerini Onun yolunda kullanmayan, Rabbinin verdikleriyle Rabbine isyan içinde olan bir nankördür. Bu haliyle şeytan kâfirlerin, nankörlerin en büyüğüdür. Allah’ın verdiklerini Allah’ın istemediği yerlerde kullanmak, Allah’ın razı olmadığı yerlerde harcamak israftır ve şeytanlıktır. (Besairul-Kuran/A.Küçük)

AYETİ KERİMELERDEN ALINACAK DERSLER

1- Ayeti kerimede'de ifade buyrulduğu gibi,islam düşmanları ,ellerinde bulunan mal varlıklarını ve
imkanlarını daima islamın aleyhine kullanmakta,seferber etmektedirler.Bu, tarihler boyunca böyle
olmuş ve bugünde hâlâ aynı şekilde devam etmektedir.İslam topraklarını gasb'eden kafir ve müş-
riklerin,yapmış oldukları ve hâlâ yapmakta oldukları gasıb ve katliamları uğrunda harcadıkları mil-
yarlarca dolara maal'esefin günbe gün şahid olmaktayız.

2- Küfür ordusu batıl davaları uğruna harcarlarken,Enfal/74 de Allahu teala gerçek müminlerden bahis
buyurmaktadır.Ki,iman edenler,cihad edenler,hicret edenler ve birde Allah yolunda hicret eden ve
cihad edenlere yardım edip maddi ve manevi sahip çıkıp destek olanlardan.O halde gerçek mümin-
lere düşen,Allahın dini uğrunda mucadele ve mucahede eden muvahhidlere sahip çıkıp maddi ve ma
nevi tüm imkanlarını seferber etmektir. Ve böylelikle malını Allahın dini uğrunda harcamak'tır.

3- Müminler olarak ,akrabalığın,dostluğun,makam ve mevkiin fayda vermediği o gün gelmeden önce
o gün için hazırlık yapmak ve yine kendimizi o güne hazırlamak durumundayız.Rabbimizin emane-
ten bizlere vermiş olduğu maddi ve manevi imkanları,o nun dini uğrunda ve yine nafakalarından
sorumlu ve yükümlü bulunduğumuz aile'i-efradımızın zaruri ihtiyaçlarına harcamak,fakru- zaruret
içerisinde bulunan yakın akrabalara,ihtiyac sahibi müminlere ve mücahidlere harcamak suretiyle
bu sorumluluğumuzu yerine getirmek ve bunun bilinci içerisinde olmak durumundayız.

4- Binaen aleyhi, bütün bunları yaparken cenabı hakkın emanet verdiği malı mülkü dikkatli ve hesaplı
harcamak,rast gele,lüzumsuz yerlere ve yerlerde saçıp savurmamayada sonderece gayret etmeliyiz.
Zıra ayeti kerimede görüldüğü gibi hesap ve kitapsız,rastgele saçıp savuranlar şeytanın işini yapmış
ve dolayısıyla şeytana yoldaş ve kardeş olmuştur.Hadisi şerifte buyrulduğu gibi ''Nafakasıyla yük-
lü olduğu çoluk ve çocuğun,kişilerin hakkını ziyan ve zây etmek,kişiye günah olarak yeter.''
Allahu teala bizleri kendi yolunda ve rızasına uygun harcayıp infak edenlerden eylesin...Amin.....